Batman v Superman : Dawn of Justice (2016) İncelemesi

I) Giriş


Batman ve Superman’in
bir arada bulunduğu bir film için izleyiciler yıllardır merakla bekliyor. Batman
and Robin
filminde ‘’İşte Superman bu yüzden yalnız çalışıyor’’
cümlesini duyduğumuzda, Superman Returns filminde Superman’in
Gotham semalarında uçtuğu haberini aldığımızda ve Will Smith’li I am
Legend
filminde, kıyamete uğramış dünyadan geriye kalan bir
Batman-Superman filmi afişi gördüğümüzde hep bir beklenti içine girdik. Hatta
Christian Bale ve Brandon Routh’un oynayacağı böyle bir filme kesin gözüyle
bakanlar bile vardı ki, hayran yapımı afişleri hala kolayca bulabilirsiniz.
Fakat Brandon Routh çabucak gözden düştüğünde, eğer akılda varsa bile böyle bir
proje gerçekleşmemiş oldu. Sonrasında gündeme sürekli George Miller
yönetmenliğindeki bir Justice League : Mortal filmi gelip
gittiyse bile, bu da gerçekleşmeyen bir proje olarak rafa konuldu. Ama şu bir
gerçek ki, gerçekleşmeye en yakın olup da rafa kaldırılan proje de bu.
Kahramanlar içinde kimler yoktu ki, birçok hayran için inanılması güçtü; Superman,
Batman ve Wonder Woman üçlüsünün yanında Yeşil Fener, Flash, Aquaman ve Marslı
İnsan Avcısı. Fakat ertelendikçe ertelendi, bir noktadan sonra zaten beklenti
iyice düştüğündeyse iptal kararını duyduk. Zaten çok geçmeden de Henry
Cavill’in artık yeni Superman olduğu Man of Steel filmi geldi. Ki
filmi beğenen veya beğenmeyen birçok kişi Henry Cavill’in rolü taşıyabildiğine
hemfikir oldu.
Man of Steel gişede
bekleneni vermiş olacak ki, daha o filmi sindiremeden bizi oturduğumuz yerden
fırlatan bir haber duyduk; Batman ve Superman aynı filmde buluşacaktı.
Superman’in kim olacağı belliydi. Peki ya Batman kim olacaktı? Gözler ilk başta
Christian Bale’ye odaklandı, Batman rolü için bazı insanların fikrince başkası
bile düşünülemezdi. Hatta bu sefer, önceden nasıl Brandon Routh ile Christian
Bale’yi yan yana getiren afişler çıktıysa bu sefer de H. Cavill ile C. Bale yan
yana getirildi hayran yapımı posterlerde. Fakat bir zamanlar ortalıkta dönen ve
Christian Bale’ye rol için teklif gittiği ama bunu reddettiği haberi de daha
sonra kendisi tarafından yalanlandı. Rol için bu sefer bir kesim Michael
Keaton’u önerdi, hatta bir ara işlerin ciddiye bindiğini bile düşündük. Tabii
Josh Brolin ile görüşüldüğü söylentileri de gün yüzüne çıkmaya başladığında
ayrı bir heyecan yaşamadık değil, ki şahsi kanaatimce Bruce Wayne/Batman
rolünün üstesinden hayli hayli gelebilirdi. Ama bir sabah uyandığımızda, rol
için seçilen ismi öğrendik; Ben Affleck.
Herkes birden
afalladı, akıllara ilk gelen film de Daredevil oldu. İmza
kampanyaları başlatıldı, hayran isyanları sosyal medyada yankılandı. Fakat ne
Zack Snyder ne de stüdyo geri adım attı. South Park’ın Butters’ı gibi dolanır
olmuştu hayranlar.* Tüm kötü şeylerin sorumlusu sanki Ben Affleck’ti. Hatta
öyle ki George Clooney dönemi Batman’i bile ‘’Yoksa iyi miydi?’’ diye
insanların aklına gelmişti. Sonrasında seçilen her oyuncu ise ayrı bir tartışma
konusu oldu, Aquaman olsun, Lex Luthor olsun ve özellikle Wonder Woman olsun,
hepsi ayrı ayrı tartışmalara ve bölünmelere sebep oldu. Kolay değil, yılların
beklentisiyle her şey mükemmel olsun isteniyordu. Sonraki süreçte de Batman’in
giyeceği kostümden, Gal Gadot’un zayıflığına kadar hem gerekli hem gereksiz
oldukça tartışmaya girildi. İlk görseller gelmeye başladığında, Zack Snyder’in
tıpkı Superman kostümünde yaptığı gibi Batman kostümünde de değişikliğe
gittiğini gördük ve bu en çabuk benimsenen şey oldu da diyebiliriz. Sonrasında
gelen fragman ve Helenistik dönemden fırlamışçasına bir Superman heykelinin
üzerinde yazan ‘’Sahte Tanrı’’ ifadesini gördüğümüzde ise beklemek daha
yolun başında zorlaşmıştı. Sonrasında gelen her bir fragman ve görselle
heyecanımız bir kat daha yükseldi ve bugün de artık bu uzun bekleyiş son buldu.
Tabii ki biz yine uyarımızı yapalım, yazının bundan sonraki
kısmı film hakkında detaylı ve önemli birtakım  bilgiler içerecek, o yüzden dikkatli olun.


II) İpler Geriliyor


İlk önce açılış sahnesiyle başlamak istiyorum, ki filme daha
en baştan böyle bir başlangıç yapılmasını açıkçası beklemiyordum. Ben, Bruce
Wayne’nin ebeveynlerinin öldürüldüğü sahneyi daha çok ortalarda olur diye
düşünmüşken, daha başından film çok farklı bir tonda başladı. Süper kahraman
veya çizgi roman uyarlamalarının klişe açılışlarından çok daha etkili bir
sahneydi. Tabii bu sahnede göreceğimiz şeylerden birisi de ‘’The Mark of
Zorro’’
afişiydi ki, o olmazsa zaten olmazdı. Yine giriş sahnesinden
devam etmek gerekirse, Tim Burton, Christopher Nolan gibi yönetmenlerden de
aynı sahneyi izleme şansımız olduğundan ve bu yüzden karşılaştırma
yapabileceğimizden dolayı neden bu kadar çarpıcı olduğunu biraz dillendireyim.
İlk başta o kadar şiirsel bir anlatım yaratılmış ki, diğer yönetmenlerin
tarzından farklı olduğunu çabucak hissettiriyor. Tabii sisler içinden çıkıp
gelen Jack Napier** tarzında bir karanlık tonlaması yok, yani
sahne sizi germe amacı gütmüyor. Bunun yanında sanıyorum ki ilk defa Thomas
Wayne’yi bir direniş sergilerken görüyoruz ölmeden önce. Çizgi romanlarda veya
Batman Begins filminde Nolan tarafından resmedilen bir Thomas Wayne’den çok
uzak bir portre olmuş. Bunun yanında küçük Bruce’un mağarayı keşfediş sahnesi
de çizgi roman uyarlaması bir film açısından oldukça başarılı bir sahneydi.
Giriş sahnemizin
ardından Dünya’nın Superman ile tanıştığı anlara, yani Kriptonlularla yaşanan
savaşın son anlarına atlıyoruz. Fragmanlardan da bildiğimiz üzere, General
Zod’un gözlerinden çılgıncasına ışınlar fırlattığı binamız Bruce Wayne’ye ait
ve bu binanın içinde yaşananlara kısaca tanık olma fırsatımız oluyor. Bu
şekilde Man of Steel filminde en çok eleştirilen koca bir şehrin yıkımına
tekrardan şahit oluyoruz, hepsine olmasa da, sivil gözden savaşın sonuçlarını
izliyoruz. Zaten Bruce Wayne’nin hikaye akışına girmesi de bu sayede
gerçekleşiyor ve iki kahramanın da birbirine karşı dolmaya başlamasının da ilk
halkası atılıyor. Bu kısımları konuşmuşken söylememek olmaz, kullanılan müzik
Hans Zimmer’in bir önceki film için yaptığı müziklerin hemen hemen aynısı. Yani
müzikle sahneler arasında da bağlantı sağlanmış.
Tekrardan zamansal
bir ilerlemeyle bu sefer on sekiz ay sonrasına geliyoruz. Bir Afrika ülkesine
röportaja gelen Lois Lane ve terörist bir grupla karşılaşıyoruz. Zaten başında
Superman’in geleceği aşikar bir sahne. Yani klişenin içine koşar adım
gittiğimizi düşünürken, Superman gelmeden önce gerçekleşen bir olay en azından
yönetmenin bu tarz bir yanılgıya düşmediğini gösteriyor. Gerçekleşen olayın da
Superman’e karşı komplo olduğunu çok geçmeden fark ediyoruz. Bir önceki filmde
çok ağır eleştiri alan konu olan, yukarıda da bahsettiğimiz koca bir şehrin
yıkımının günahı bu filmde çıkartılıyor. Yani bir önceki filmde eleştirilen ne
varsa bu filmde yanıt bulmuş. Filmin genel gidişatında Superman, hep ilk filmin
kaldığı yere dönmek zorunda bırakılıyor ve savaşın sonuçları hep tokat gibi
yüzüne çarpıyor.
Batman ile tanışmamız
da çok uzun sürmüyor elbette. ‘’Beyaz Portekizli’’ isminin
peşinden giden Batman, bu amaçla bir kişiyi sorgularken karşımıza çıkıyor
–dersek yalan olur, sesleri duyuyoruz sadece, ki kesilen sahnelerden biri
buradadır diye tahmin ediyorum-
ve karanlıklarda gizlenen Batman, ilk
görüşünde merak uyandırmaya başlıyor. Her ne kadar polislerin Batman’in yanında
olduğu söylense de, polisimiz Batman’e ateş ediyor. Fakat Clark Kent, polisin
de Batman’in yanında olduğu konusunda ısrarcı ve gazetelere konu olan sorgulama
biçimini –suçluları yarasa sembolüyle damgalaması- tasvip etmediğini
fazlasıyla belli ediyor; suçlumuz her ne kadar pedofili olsa
bile. Fakat bir sahnede Perry White’ın Clark’a verdiği ‘’Gotham’da suç
dalgası… Su ıslakmış…’’
tepkisi aslında Gotham’ın ne kadar pisliğe batmış
olduğunu özenle vurguluyor. Ayrıca yukarıda bahsettiğim gazete haberi ile de
kahramanlarının birbirine karşı vaziyet almasındaki ikinci halka olarak
ekleniyor.
Bir yandan da
televizyon oturumlarında Superman hakkında tartışmalar yapılmakta. Her kafadan
sesler çıkmakla birlikte, herkes konuyu farklı bir yönden ele alıyor. Tabii bu
programların birinde karşımıza ufak bir replikle Neil deGrasse Tyson çıkıyor
mesela, ki kendisi ünlü bir astrofizikçi olmakla beraber ülkemizde Cosmos
: A Spacetime Odyssey
belgeseliyle bilinir. Ayrıca biraz sonrasında
Vikram Gandhi karşımıza çıkıyor ve soyadına atıf yapılırcasına, Superman’in
kurallara tabi tutulmaması gerektiğine vurgu yapıyor. Yine aynı dakikalarda
birkaç önemli kişi daha gözümüze kolaylıkla çarpıyor. Ayrıca bir önceki filmden
hatırlayacağımız –bu kurgusal bir 
kişi olsa dahi-
Glen Woodburn de öyle. Anlayacağınız, Dünya dışından
gelen bir yaşam formunun varlığı hem siyasi hem bilimsel hem de toplumsal
açıdan irdeleniyor, ki aslında filmin en önemli artısı da burada. Çizgi
romanlarda veya Superman’in önceki film ve dizi deneyimlerinde kolay kolay
karşılaşmadığı bir durum bu (en azından ilk ortaya çıkışında). İşte bu yüzden
film kendini daha somut ve gerçekçi insan profiline sahip bir dünyaya
yerleştiriyor.
Bu noktada, Lex
Luthor’un da boş durduğunu söyleyemeyiz. LexCorp’un yöneticisi olarak gücünü
sonuna dek kullanmada oldukça başarılı. Ayrıca Superman konusundaysa oldukça
takıntılı. Bu yüzden onu durdurmak için şirketinin bilimsel araştırmalarını
kullanmanın yanında siyasi olarak da –paradan gelen- gücünü kullanıyor.
Hemen burada keserek başka bir konuya değinmek istiyorum; kriptonit.
Kriptonitin birçok biçimini gördük, uzaydan gelen meteor olanı en yaygın olarak
bilineni ama aynı zamanda ‘’el yapımı’’ kriptonit de karşımıza
çıkmadı değil.*** Az önce de söylediğim gibi, önceki filmle bağlarını sıkı
kuran film bu noktada da önceki filme yönlendiriyor bizi. Hatırlarsanız General
Zod ve beraberindekiler ‘’Dünyalaştırma Motoru’’ yöntemiyle Dünya’yı Kripton
haline getireceklerdi ve bir süre bu cihaz aktifti, ta ki Hint Okyanusu
civarlarında Superman tarafından durdurulana dek. Rotamızı aynı bölgeye
çevirdiğimizde de motorun bıraktığı izleri görebiliyoruz ki, o da ufak tefek de
olsa işlem yerini bulmuş ve torak yapısı değişmiş. İşte filmimizdeki kriptonit
de bu şekilde karşımıza çıkıyor. Ve ufak tefek birkaçının dışında, en büyük
parça da okyanusun dibinden çıkartıldığında Lex, bunu A.B.D.’ye sokmak için
Senatör Finch’ten yardım istiyor. Fakat fragmanlarda bize düşündürtülenin
aksine Senatör Finch buna pek sıcak bakmıyor. Hatta Lex’in manipülasyonlarına
en dayanıklı karakterlerden biri olmuş diyebiliriz. Ama Finch’in direnmesi pek
bir fayda etmeyerek Lex istediği ayrıcalıklara, yani Zod’un cesedine ve
Metropolis’e düşen Kripton gemisine erişim hakkını alıyor. Fakat gördüğümüz
gibi Superman konusunda takıntılı ve nedense insan ilk başta bu takıntının
sebebini kolayca fark edemiyor. Sona saklanmış bir sürpriz diyebiliriz. Yine
Lex Luthor’un olduğu yerde mutlaka kötü baba-oğul ilişkileri olduğunu
düşünürsek, bu filmde de tek cümleyle de olsa bu pas geçilmemiş.
Lex Luthor’un babası
demişken, malum sahnede Lex babasının Doğu Almanya’da doğduğunu ve mecburen
lider geçitlerinde çiçek salladığından bahsediyordu. Her nedense sosyalist
rejimler ne kadar yıkılmış olursa olsun mutlaka hedef tahtasına oturtuluyor,
hatta Lex’in ağzından uzaylı tehlikesinin de buna eşdeğer olduğuna yorulacak
cümleleri işitiyoruz. Tabii bu siyasi yön Nolan’ın Batman kötü karakterlerinde
olduğu gibi bir karakterde hayat bulmadığından, yani göze sokulmadan yapılmış
olması bir nebze kabul edilebilir oluyor. Fakat Lex Luthor karakterinde
yapılmış olan bir değişiklik kolayca dikkati çekiyor. Önceden hem film olsun
hem de dizide olsun Lex Luthor’un o buram buram kapitalist yanını görebilirdik.
Mesela Gene Hackman-Kevin Spacey’in Lex Luthor’u arazi sevdalısıdır, Lois and
Clark dizisinde izlediğimiz Lex, Superman’e yenilmesinin sinirini yaşarken
şirketin kar ettiğini duyunca sevinen biridir. Fakat bu filmden Lex Luthor’un
bu özelliği silinmiş, hadi silinmiş demeyelim de hiç görünmeyecek şekilde
törpülenmiş. Elbette bu farkında olunarak yapılmış bir değişiklik.
Filmin ilk yarısı ‘’Beyaz Portekizli’’
arayışındaki Batman’in onu bulmasıyla bitiyor. Şunu söylemeliyim ki, ilk yarı
boyunca da hem sürprizlerle karşılaşıyoruz, hem de bol bol göndermeyle. Başta
ilk sürprizimiz Anatoli Knyazev yani KGBeast. Film boyunca bir
Afrika’da bir yasadışı dövüş organizasyonunda gördüğümüz bu karakter, Batman
#417
sayısından beri sık sık gördüğümüz bir karakter ve filmin
neredeyse son yarım saatine kadar da mevcut, yani filmimizin Lex Luthor
haricindeki bir kötüsü de o. Yukarıda her ne kadar siyasi değişimden bahsetsem
de, Lex Luthor’da tek değişen bu değil. Karakter neredeyse komple değişmiş
vaziyette. Sildikleri özelliklerin yerine koydukları özellikler Lex Luthor’u
bambaşka bir noktaya taşımış, nevrotik yapısı ve buna uygun mimikleri ve
jestleriyle, olağanüstü manipülatörlüğüyle Lex Luthor şimdiden birçok kişinin
favorisi oldu bile. Batman ise çok çok değişmiş, değişmesi de çok iyi olmuş.
Gelelim göndermelere…
The Dark Knight Returns hikayesinde Alfred’in iğneleyici yanını
bol bol görüyoruz, birisi de şudur hatta; ‘’…Wayne ailesinin bir sonraki
neslinin boş bir şarap mahzeniyle karşılaşmamasını umuyorum. Ama son
zamanlardaki sosyal programınıza bakılırsa, bir sonraki neslin var olma
ihtimali–‘’
ve filmde de birebir aynı bir repliği duymak mümkün.
Bir diğer
göndermeyse, Bruce Wayne’in kabusuyla alakalı. Kabusunda babasının ve annesinin
mezarını ziyarete gittiği bir anda mezardan çıkan dev yarasa yine The
Dark Knight Returns
hikayesinden gelmedir, ki Batman Forever
filminde kesilen sahnelerin birinde de dev bir yarasayla karşılaşmak mümkün.
 Herkesin merak ettiği
sahnelerse elbette fragmanlarda da görüp fazlasıyla üzerine konuştuğumuz, ve
sonrasın kabus olduğu söylenen sahneler. Batman’i treçkot içinde gördüğümüz bu
sahneler ne kabus ne de filmin son sahneleri; aksine ilk yarıda karşımıza çıkan
öngörü sahneleri. Ki birisi öngörü değil, direkt zamansal
müdahale. Öngörümüz elbette ki Darkseid’in geliyor oluşu ve Parademonlarla
süslü savaş sahneleri. Burada Superman sanki Lois’i kastedercesine ‘’Onu
benden aldın!’’
diyerek Batman’in göğsünde bir delik açması sanki gelecek
için Injustice : Gods Among Us tarzı (aslında kötü tarafa geçen
Superman hikayesi bir tek bununla sınırlı olmasa da en bilindik örnek şimdilik
bu) bir Superman göreceğimizin işaretçisi gibi. Ama bu diğer göndermenin
yanında sönük bile kalıyor diyebiliriz. O da Flash’ın zamanda
geriye giderek Bruce’u uyarması; her ne kadar rüya gibi görünse de eminiz ki
öyle değil. Peki biz bunu nerede gördük? Crisis on Infinite Earths hikayesi
boyunca Flash, Batman’e (ve sonradan tüm Adalet Birliği’ne) sık sık görünerek
yardım istiyordu. Her ne kadar bu sahneler göründüğünde akla Flashpoint hikayesi
geliyorsa da, dediğimiz gibi bu Crisis on Infinite Earths
göndermesi.

İlk yarıyı bitirirken şunu söylemek gerekir ki, Batman’in
motivesi gayet iyi bir şekilde işlenmiş. Yani Superman’e karşı neden cephe
aldığıyla alakalı hiçbir soru işareti bırakılmadan, adım adım tüm detayları
görüyoruz. Fakat Superman’in motivasyonu konusunda pek aynı şeyleri söylemek
mümkün değil. Hoş, çizgi romanda da karşı karşıya gelmelerinde Superman’in
motivasyonu bu konuda pek başarılı olamıyordu, bu da bir gerçek işin açıkçası.
Yani Superman çizgi romanlarda da sadece Batman’in yöntemlerine takılan birisi,
o yüzden ben pek yadırgamasam da izleyici bundan pek memnun olmamış gibi. Ayrıca
tıpkı Man of Steel filminin ilk yarısı gibi film durağan ilerliyor, yine de
sıkıcı mıydı diye düşündüğümde, pek de öyle değildi. Konunun işlenmesi
bakımından gerekli bir yöntem. Fakat bir noktadan şikayetçi olmak gerekirse,
kıyafetleri içinde kahramanlarımızı pek göremiyoruz. Eğer bu kesilen sahnelerle
alakalıysa, filmin uzun versiyonunun çıkmasını dört gözle bekliyorum.

III) Savaş Başlasın


İkinci yarıya geldiğimizdeyse aksiyonun içine dalıyoruz. O
kadar hızlı ve çok şey oluyor ki, hepsine değinmek elbette mümkün değil. Ancak
bu yarıdan itibaren de kurulan evrenin ilginçliği gözümüze çarpıyor. Ancak bir
noktadan değinmeye başlarsak o da Lex’in Kripton gemisinin detayları keşfetmesi
olabilir. Kripton dediğime bakmayın, bu gemi kısa süreli bir Yalnızlık Kalesi
işlevi gördü ilk filmde Superman için. İşte bu yönüyle Zack Snyder’ın (aslında
senaristlerin) eski filmlerden bazı hususları direkt aldıklarını görüyoruz.
Mesela Superman II filminde Lex Yalnızlık Kalesi’ne uğruyor ve
birtakım bilgiler ediniyordu, Superman Returns filmindeyse yine
Lex aynı şekilde Yalnızlık Kalesi’ne gidiyor ve oradan edindiği bilgilerle
neredeyse yeni bir kıta yaratıyordu. Batman v Superman : Dawn of Justice
filminde işler değişmiş mi? Hayır, yine aynı kurgu mevcut. Lex buradan edindiği
bilgileri tekrar Superman aleyhine kullanıyor. Bana kalırsa bu kurguyu seneler
sonraki bir yeniden çekimde tekrar görürüz, buraya yazıyorum.
Batman ile
Superman’in karşı karşıya gelmesi oldukça ilginç oluyor. Lex Luthor’un Martha
Kent’i kaçırması ve karşılığında Superman’den Batman’in kellesini istiyor. Hiç
aklınıza gelir miydi? Benim gelmezdi. Çünkü o kadar manipülasyondan sonra
kahramanların kendi kendine karılaşarak savaşacaklarmış fikri filmin ilk yarısı
boyunca benim için ağır bastı. Hatta önceden tahmin edilebilir olacağı için,
suçluyu bulmuş dedektif edasıyla filmi izlemeye devam ettim. Fakat film beni
şaşırttı, bu konuda klişeye düşmedi. Sonrasında Superman Gotham semalarında
gözüktüğünde ilk başta Batman ile konuşmayı denese de mümkün olmadığını görünce
zaten kavgaya başlıyorlar. Peki eşit olmayan bu iki gücün dengeleyicisi ne? Sır
olmadığı üzere kriptonit. İşte mesela tam konusu gelmişken buradaki göndermeden
bahsetmemek olmaz. Batman silahla kapsül ateşlediğinde ve Superman onu havada
yakaladığında ne oluyor dersiniz? Kriptonit gazı birden suratına fışkırıyor. Peki
biz bunu ne şekilde ve nerede görmüştük? The Dark Knight Returns
hikayesinin sonlarında Oliver Queen –diğer adıyla Green Arrow- Batman’e
yardım ederken, aynı taktiği kullanmasıyla. Aradaki fark birisi ok diğeri silah
ve bir kişi eksik.

Bu şekilde güçler
eşitlenince Batman’in taktikleri ön plana çıkıyor. O kadar söylenip duran dövüş
sanatları ustalığını konuşturuyor yani. Fakat kavga kısa sürüyor. Lakin bu
noktada da izleyiciler arasında bir ikiye bölünme söz konusu. Bir kısım
izleyici kavganın kısa sürmesinden şikayetçi, diğer bir kısım da kavgayı süre
açısından yeterli buluyor. Çizgi romandan gidecek olursak, özel
olarak yazılmış hikayeler hariç zaten bu iki kahramanın karşılaşmaları kısa
olmuştur, en yakın örneğini de The New 52 Justice League
hikayesinde görüyoruz zaten, bir örnek daha isterseniz burada bahsi çok geçen The
Dark Knight Returns
hikayesi de uzun uzadıya Superman-Batman savaşı
içermez. Her iki tarafın da iyi olduğu bir savaşta zaten uzun
uzadıya bir şey beklememek lazım, Zack Snyder da buna yönelik olsa gerek filmin
adında daha başında bir değişikliğe gitti. Bana kalırsa bu konuda ben tatmin
oldum. Diğer tartışma yaratan konuysa Batman’in kavgayı bırakma sebebi, aslında
yine hiç düşünemeyeceğimiz bir noktadan vurulduk desem yanılmam sanırım.
Kimileri saçma bulsa da, yeşil yüzüğü –Green Lantern yüzüğünden bahsediyorum
tabii-
taktığında oluşan anne ve babasının imgesi karşısında hüngür hüngür
ağlayan bir Batman’den bahsediyoruz. Ebeveynlerinin kaybıyla kendisine bambaşka
bir yol seçen bir insan karşımızdaki. Bu yüzden Martha Kent’in esir alınması
karşısında kolayca kayıtsız kalması, karakterin kökenlerine hakaret olmaz
mıydı? Aslında bizi rahatsız eden bu değil, farkındayım. Bizi asıl rahatsız
eden şey, kahramanların birbirine karşı bu denli doldurulmuş olması ve bunun
etkisinin kısa sürmesi. İşte bu noktada eleştirileri anlamak mümkün.
Tabii oyun sonu
canavarımızın kim olduğunu biliyoruz; Doomsday. Gönül isterdi ki
sürpriz olsun ama olmadı. Lex Luthor’un film içindeki son hain planı olarak
ortaya çıkan Doomsday, General Zod’un değişime uğramış hali. Bu işlem de malum
gemide gerçekleşiyor ve geminin de yaptığı uyarılara rağmen, Kripton’un antik
genetik bozukluğu karşımıza çıkıyor. Karşısında da üç kahramanımız; Superman,
Batman ve Wonder Woman yer alıyor. Doomsday’in enerji emdikçe kemiklenen vücudu
iyi bir ayrıntı olmakla beraber, hikayemiz bu noktadan sonra farklı bir yere
evriliyor. Bu kısmı bitirmeden önce son olarak, Superman ve Doomsday kavgası
esnasında Başkan’ın emriyle nükleer füzelerin –Superman’i de kaybetmek
pahasına-
üzerlerine atılması sonrasında ne oldu dersiniz? Yine yeniden bir
The Dark Knight Returns göndermesi biraz değiştirilmiş şekilde karşımıza çıktı.
Zombiye benzer, bir deri bir kemik kalmış Superman uzayda tek başına
süzülüverdi.

IV) Bir Arkadaş İçin Cenaze Töreni


Demiştik, hikaye bundan sonra çok farklı bir yere evriliyor
diye. Tam da böyle oldu. Doomsday’in içinde olduğu ve Zack Snyder’in yönettiği
filmde tam tersi olması düşündürürdü zaten. Ne 
olduğunu filmi izleyenler biliyor, eğer izlemeden okumaya hala devam
eden varsa da tahmin ediyordur. Superman ölüyor. İşte benim
aslında en çok eleştirdiğim de bu oldu. Bu yeni yaratılan bir film evreni için
çok ama çok erken. Doomsday’in yaratılmış olması onun son kapasite kullanılması
gerektiği anlamına gelmezdi. Sonraki filmlere saklanabilirdi. Ben bunu Zack
Snyder’in açgözlülüğü olarak yorumluyorum. Böyle bir hikayeyi başka bir
yönetmene kaptırmak istemedi büyük bir ihtimalle. Çünkü Superman için bir devam
filmi çekilse dahi yakın tarihte yönetmenin Zack Snyder olmayacağı kesin. Ama
dediğim gibi çok ama çok erkendi.

 Superman’in cenaze
töreni ise çizgi roman sayfalarından fırlamış gibiydi. Ama bir farkla. Tarz
çizgi romanla aynı olsa bile, Superman’in tabutunun arkasında yürüyen bir
kahramanlar ordusu yoktu. Oradaki tek kahraman yine kendisiydi. Asıl cenaze
töreniyse gözlerden uzaklarda, Smallville’de  gerçekleşti. Ki çizgi romanlarda atlanmış olsa
da, aslında olması gereken de buydu.

V) Sonuç


Bu kadar bekleyişin ardından söylemek gerekir ki, Ben
Affleck artık yeni Batman. O kadar endişeye rağmen rolün hakkını vermiş ve
eminim ki kısa sürede adı ve vizyon tarihiyle –aslında duyrulmuştu ama şimdi
kesinlik kazanarak-
yeni bir Batman filmi duyurulacaktır. Diğer hakkı
verilmesi gereken oyuncu da Jesse Eisenberg. Senaryoda yazılan Lex Luthor’u
başarıyla oynamış, nevrotik ruh halini başarıyla yansıtmış. Gal Gadot ise kısa
bile olsa Wonder Woman performansıyla şu an gayet benimsenmiş durumda, yine de 2017’de
gelecek solo filminde değerlendirmek daha doğru olacaktır sanırım. Henry Cavill
mi? O zaten Superman.
Şimdi diğer
kahramanların da kendilerine ait ufak rolleri var, Flash’a yukarda değindik
zaten. Bunun dışında evrene dahil edilişleri oldukça kabul görür tarzdaydı.
Herkes Doomsday’e karşı olan savaşta kahramanların toparlanacağını düşünse de
bu olmadı. Şimdilik kahramanlarımızın hepsi birer sır yeni kurulan evrende.
Sadece LexCorp kayıtlarında tutulan görüntüler vasıtasıyla, Aquaman, Barry
Allen ve Cyborg karakterlerini görebiliyoruz. Cyborg’un neredeyse yok olmuş
bedeninin nasıl o hale geldiği sır, ama nasıl yeniden vücutlandığını
görebiliyoruz, ki bu da önemli sahnelerden. The New 52 Justice League
hikayesinde Parademonlarca Dünya’ya yerleştirilen tanımlanamaz küplerden biri –ki
Darkseid’in geçidi görevi görüyorlar-
aktifleşerek Cyborg’un bedenini
tamamlıyor. Filmde gördüğümüz de farklı değil.

Final sahnesindeyse
Superman’in canlanacağının sinyali verildi. Kimileri buna çok şaşırmış ve isyan
etmiş de, ne bekliyordunuz ayıptır sorması? Çizgi romanlardaki
hikayede ölüp yeniden dirildiği artık sır değil. Yani ne kadar isyan etseniz
de, bugün uyarlamaların çoğunda bu var; öldü zannedilip geri gelmesi. Bunu
sonunda belli etmiş olması mı sıkıntı? Bence pek sayılmaz. Çünkü geri dönüş
hikayesinin nasıl uyarlanacağı çok önemli. Darkseid’in bu geri  dönüşte 
bir parmağı olacak mı, geri dönüş için ayrı bir solo Superman filmi
çekilecek mi, beraberinde tıpkı çizgi romandaki gibi koca bir Superman
ailesiyle mi gelecek? Ben boşuna demiyorum erken oldu diye, erken olması
sıkıntı ama ölmüş olmasını ve geri dönecek olmasını sıkıntı edenler, bence
etmeyin.
Darkseid geliyor.
Bundan kaçış yok. Zira final konuşmalarında Lex Luthor bunu isim vermeden ama
apaçık söyledi. Ama bunun için daha bir erken. Yani Justice League filmi için
daha başka düşmanlar bulunabilir. Daha ilk birkaç filmden böylesine bir
karakteri harcamak yazık olur. Sonuç olarak film geçmişiyle sımsıkı bağlar
kuran bir film, karanlık atmosferi ayrı bir cezbedici bir çizgi roman uyarlaması
için. Geçmişiyle kurduğu sıkı bağlar kadar da geleceğe çok fazla açık kapı
bırakan bir film olduğunu da eklemeyi unutmayalım. Eğer bir puan verecek
olursam, on üzerinden sekiz buçuk ile bu filmi uğurlayabilir ve Justice League’yi
beklemeye koyulabiliriz.
*South Park, Going Native adlı bölümden.
**Tim Burton’un yönettiği ilk Batman filminde Wayne ailesini öldüren kişi çizgi romanlardakinin aksine Jack Napier’di.
***Adventures of Superman bölümlerinde sıkça karşılaşabilecek bir durum elde kriptonit üretilmesi.
Yorumlar