İnceleme: Uncanny Avengers: Apocalypse İkizleri

[update title=”Künye” icon=”info-circle”]
Uncanny Avengers: Apocalypse Twins
Çizgi Romanın Orijinal Adı: 
Yayınlandığı Dönem: 2012-2014
İçerdiği Sayılar: Marvel Now Uncanny Avengers #6-11
Yazar: Rick Remender
Çizer: Daniel Acuna
Yayıncı: Marvel
Türkçe Basan Yayıncı: Gerekli Şeyler[/update]

Dürüst konuşmak gerekirse Marvel NOW! dönemini
sık sık eleştiriyorum, parça parça güzel hikayeler barındırmasına rağmen genel
olarak okuyucuların da beğenmediği noktalar var. Geçtiğimiz incelemede buna
kısmen –ve kendimce- değinmiştim. Yine Uncanny Avengers hikayelerinin
daha tatmin edici olduğunu, daha doyurucu ve daha köklü okuyucuya hitap eden
bir  hikaye anlatımı olduğunu da
belirtmiştik. Uncanny Avengers: Apocalypse İkizleri cildinde ise
Rick Remender’in bu özellikleri daha da detaylandırdığını ve aynı zamanda
kalemini daha cesur oynattığını görüyoruz. Evrene yenilikler katarken, eskileri
daha çok  kurcalayıp hiç  beklenmedik konu ve karakterleri karşımıza
çıkarıyor. İşte bu konuda, örneğin Geoff Johns DC Comics için ve Jeph Loeb de
Marvel Comics için ‘’ansiklopedi’’ niteliğinde kişilerdir, zaten bu yüzden
ikisi de firmaların kamera arkası ekibinin parçaları ve Rick Remender de alana
hakimiyetini en azından Uncanny Avengers serisi ile göstermiş desek, sanıyorum
çok da yanılmayız. Bu noktadan sonra okumayanlar için tekrardan bir uyarı
yapalım; yazının bundan sonrası detaylı ve önemli bilgiler
içeriyor. Fakat genel değerlendirme için son paragrafa
geçebilirsiniz.

Geçtiğimiz beş sayıda, Kang’ın ellerinde ikiz bebekler
görmüştük hatırlarsanız. Ayrıca yine aynı sayılarda Rogue’nin Grim Reaper’ı –istemeden
de olsa-
öldürdüğünü görmüştük. Red Skull’un da S-Men’leri ile ile beraber
kaçtığına tanık olmuştuk. Yani aslında beş sayıyı isyanlar, ölümler ve
savaşlarla dolu dolu geçirmiştik. Bunların da sonucu olacaktır pek tabii, ama
önemli olan bu sonuçların ne olacağı. Remender, en azından bu konuda aceleci
değil ancak ağırdan alma niyetinin olmadığını da ikinci ciltte anlıyoruz.
Apocalypse İkizleri, yine içerik olarak dolu beş sayıyı içinde barındırıyor.
Mesela altıncı sayıda ‘’bilmediğimiz’’ bir geçmişe tanıklık
ediyoruz. 1013 yılında Thor içkisini yudumlayıp insanlarla kavga ederken birden
karşısına Apocalypse çıkıveriyor ve uzun sürmeyen kavganın sonunda, Thor
kaçıyor ve bunu takıntı haline getirerek –Odin’in uyarılarına rağmen-  Jarnbjorn’u yapıyor. Bu baltanın özelliği,
Semavi zırhları bile parçalayabilecek olması. Tabii o silah yapılış amacını
gerçekleştirerek Apocalypse’i öldürüyor. Bu olayınsa kahramanlar safında sadece
iki tanığı var; Thor ve Logan. Tabii bunu öğrenen Odin, bunun bedelinin er ya
da geç ödeneceğini Thor’a söylüyor.

Aslında tek bir sayıda bile Remender, bize birçok kapı
aralıyor desek yeridir. Bu sırada cilt içerisinde yedinci sayıya geçmeden önce,
Age of Ultron yan-sayısı olan sekizinci sayıya geçiyoruz. Tabii
bu sayının birkaç amacı var, zaten ilk amacı yan-sayısı olduğu hikayenin bir
parçası olmak, diğer amacı Kang’ın yapabilecekleri hakkında özellikle yeni
okuyucuda bir fikir oluşmasını sağlamak ve Uriel ile Eimin’in eğitiminden kesit
sunmak. Ayrıca Kang, bu gerçekliğin Wolverine’in Hank Pym’i öldürdüğü  zaman gerçekleşecek alternatif gerçeklik
olduğunu bize söyleyerek, bize eğitimin farklı gerçekliklerde de yapıldığını
gösteriyor. Ayrıca Kang burada ne yaptığını bilen bir kötü portresi de çiziyor;
‘’Anlayacağınız, bir oyuncu tahtadan zamanından evvel eksilirse…beklenmedik
şeyler gerçekleşir. Örneğin, genç Reed Richards’ı öldürecek olsam Galactus
Dünya’yı yok eder ve böylece kendi geleceğimi de sonlandırmış olurum.’’

Yedinci sayıya geldiğimizde, ikizlerin Kang’ın denetiminden
çıktığını ve tek başlarına hareket ettiğini görüyoruz. Apocalypse’in yokluğunda
boş kalan makamınaysa oğlu Genocide geçmek niyetinde. Kendisini varis olarak
kabul etse de makama tek göz dikenin o olmadığını, Uriel ve Eimin’in de işin
içine dahil olmasıyla anlıyoruz. Fakat genocide’ın izlediği yöntemi izlemeye,
yani Apocalypse olurken Semavilerden onay almaya pek ihtiyaç duymuyorlar, çünkü
ellerinde Jarnbjorn var. İşte Odin’in bahsettiği bedelle de böylelikle
karşılaşıyoruz, ikizler bir Semavi’yi öldürerek büyük bir soruna sebep
oluyorlar. Peki bunu yaparken amaçları ne? Mutant ırkını korumak. Buraya
kadarki kısımda Uriel’i insanları yok etmek konusunda çekingen görsek de, Eimin
–özellikle yaşadıklarından dolayı- daha kararlı ve acımasız oluyor bu konuda.

Peki kim bu ikizler? Bizim Angel veya Archangel
olarak tanıdığımız Warren Worthington III’ün çocukları. Hem Apocalypse titrini
üzerine almak isteyip hem mutantları korumak isteyen ikizlerimizin bir amacını
da böylelikle anlıyoruz aslında, babalarının intikamını almak. Her ne kadar
geri dönmüş olsa da geri dönenin gerçek babaları olmadığını ve gerçek
babalarının öldüğünü düşünen ikizler, bir yandan da onun yolunda yürüdüğü
düşüncesine sahipler. Tabii Warren’ın neler yaptığını bilmek için de önceden
yapılmış okumaların olması gerektiğini düşünürsek, geçmiş defterlerden
açabiliriz konuyu. Mesela bu bir örnekti, genel olarak da on birinci sayıya
kadar geçmiş tüm ağırlığını hissettiriyor. Saklanan sırlar,
binlerce yıllık oynanan oyunlar, geçmişin meşhur düşmanları, kahramanları… Nathaniel
Richards’ın başka dünya versiyonları Rama-Tut, Immortus da karşımıza çıkıyor,
ki Kang da Nathaniel Richards’ın ta kendisi. Tabii o işler karışık ancak kısaca
bu üç karakterin birbiriyle dost olduğunu, en azından seriyi okurken bilmek
yeterli. Yine Wolverine’in geçmiş pişmanlıkları da bu sayılarda karşımıza
çıkıyor, gerek X-Force takımındayken yaptıkları gerekse kendi oğlunu elleriyle
boğmuş olması, Wolverine’i rahatsız etmeye başlıyor.

Yine kapandığını sandığımız defterler de açılıyor. Wonder
Man ve Scarlet Witch aşkı gibi. Ya da ilk ciltten beri Scarlet Witch, Rogue’nin
yüzüne sürekli babasıyla olan eski ilişkisini vurup duruyor. Aslına bakarsanız
bunlar çok eski hikayeler, bundan sonra da Scarlet Witch ve Rogue çok kez yan
yana geldiler, ancak Remender ne yapıp edip Charles Xavier’in ölümünden sonra,
özellikle iki karakterin birbirine karşı ‘’aslında varolan’’
derin bir kini gün yüzüne çıkarıyor. Yine Captain America’nın en eski
düşmanlarından Hydra’yı da kısa bir sekansta da olsa görüyoruz. Aslına
bakılırsa, Uncanny Avengers ile Rick Remender, uzun zamandır bir şekilde
karşımıza çıkan ama parlak günleri geride kalmış o eski kahramanların,
düşmanları bir kez daha karşımıza çıkarıyor diyebiliriz. Mesela Sunfire’yi uzun
zamandır bu denli aktif ve görkemli panellerde görmemiştik,  Havok’un bu kadar etkin olabileceğini çoktan
unutmuştuk, Apocalypse’nin önemini belki de bu kadar iyi kavrayamamıştık. İşte
Rick Remender’i eski okuyucunun gözünde yıldızlaştıracak şey bu.

Tabii hikaye kendi içinde de ilerliyor. Geçtiğimiz sayılarda
gerçekleşen mutant kıyımı, kahramanların gündeminden düşmüş değil. Özellikle
Red Skull’un bu hareketinden sonra, eylemler bireysel bazda da devam ediyor,
yani mutantlar öldürülmeye devam ediyor. Yani Dünya iki uç noktaya ayrılmış
durumda, mutantlar tarafı ve insanlar tarafı. İki tarafın da radikalleri
eylemlerini gerçekleştirirken bizim ‘’zoraki’’ dostlarımız, yani
Avengers takımı da kendi içlerinde bölünüyorlar. İlk başta Havok’un, Grim
Reaper’ı öldürmesinden dolayı Rogue’u sahalardan bir süreliğine çekmek
istemesiyle başlayan bölünme, ilerleyen sayfalarda çığa çıkan sırlarla beraber
Captain America ve Wolverine bölünmesiyle nihayete eriyor. Kısacası her üç
tarafta da herkes radikalleşip, kendi uç noktalarına çekiliyorlar; ufuktaysa
insan-mutant savaşı var. Tabii tüm bunlardan bağımsız olarak bir de Wonder Man
var, kendisi Gandhi’nin metodunu örnek almış ve şiddete karşı tavır almış bir
durumda. Öyle ki, sahada düşmanla çatışılırken bile bu görüşünden asla
vazgeçmiyor. Peki tüm bunlar nereye bağlanacak? Yani birbirinden farklı bu uç
noktalar, nerede birleşecek ve tutumlarından sıyrılacaklar? Şu an için gelinen
bu nokta güzel, ancak Rick Remender mutlaka bunu bir sonuca bağlamalı. Sonuç
dediysek de, mesela Wonder Man bu sayılarda da gördüğümüz tüm zorlamalara
rağmen boyun eğmeyip, sonunda da ‘’şiddetten başka çare yokmuş’’
tarzında bir düşünsel sonuca varırsa, açıkçası bunu pek de başarılı bir sonuç
olarak kabul etmek mümkün olmayacaktır. İşin ucunda bu kadar radikalleşmeyi bir
yere bağlayamamak da var, onu da okuyup göreceğiz.

Ortada bir Apocalypse olma durumu varsa, ‘’Dört Atlı’’
olmaması zaten düşünülemez. Fakat bizim bildiğimiz ‘’Mahşerin Dört
Atlısı’’
iken ikizlerinki ‘’Ölümün Dört Atlısı’’ oluyor.
Tam da isimlerine yakışır şekilde de bu kişiler, dört ölüden seçiliyor; Banshee,
Grim Reaper, Sentry ve Daken. Aslında Grim Reaper dışında hepsi sürpriz oldu
diyebilirim. Aslında Ölümün Dört Atlısının ana fikrini duyunca ve Wolverine’in
birdenbire Daken ile olan son karşılaşmasını hatırlayınca, o da tahmin
edilebilir oluyor diyebiliriz. Ancak Kuşatma hikayesinde ölen
Sentry’i tekrar görmek iyi oldu, çünkü son halleriyle Sentry, çok da hakkı
verilmeden ve kısa sürede ayrılmış, değişik bir hikayesi olan karakterdi. Büyük
ihtimalle Remender bu karakterin hakkını teslim edecek. Daken ise babasından
ölümünün intikamını alırken, belki Wolverine’i daha derin iç hesaplaşmalarda
görebiliriz. Zaten ikizlerin genel nefretini toplamış olan Wolverine,
hikayenin  bundan sonraki kısmında daha
etkin olacaktır muhtemelen.

Söz konusu Rick Remender olunca, eleştiriler ve mesajları
görmezden gelemeyiz; ki birçok okuyucu için de bunun bir okuma zevki yarattığı
da bir gerçek. Mesela eğitim odasında Scaret Witch ile Rogue arasında
gerçekleşen karşılıklı atışmada ‘’Hayır, bir insanın kontrolünde olmayan
doğum şartlarına göre birbirimizi sınıflandırmamamız gerektiğini düşünüyorum.’’

diyen Scarlet Witch bir tartışmanın fitilini ateşleyince, eğitim boyu süren
tartışmanın özünde insanı insan –mutantı mutant ya da Dünyalıyı Dünyalı-
olarak ne ve kimlerden değil kişi olarak ne yaptıklarıyla değerlendirilmesi
argümanı tartışılıyor. Bu tartışma güzel, fakat savunulan argümanların
taraflarında insan-mutant işbirliğinin ve birlikteliğinin gereklerini en koyu
savunan taraf Scarlet Witch olunca ve Rogue’u da daha mutant taraftarı –asimile
edilmeye çalışılan mutant kültürü vurgusu yapıyor örneğin-
olarak görünce, tabii
ki bu değişimin sonuçlarını merak ediyoruz. Bir önceki incelemede de
bahsetmiştim, kimi zaman kahramanların kimi zaman da düşmanların ağzından
eleştiriler yapıldığını görüyoruz, işte bu sefer de Ozymandias’ın
düşüncelerinde Amerika’ya dönük olduğunu düşündüğüm, fakat Captain America’nın
kişiliği üzerinden yapılan bir eleştiri duyuyoruz; ‘’Sonumuzu getirmeye
niyetli bir Dünyada mutantların karşı karşıya olduğu tehlikeleri bilmiyor. Çocukluğumuzdan
beri tek başımıza yüzleştiğimiz tehlikeleri. Captain America neredeydi? Kendi kendisini
ahlak abidesi ilan eden o zaman neredeydi? Aynı sahtekar ilkel çağlara ait
ahlak anlayışını Dünyayı kurtarmanın üzerinde tutuyor… Captain America için hayat
kurtarmaktan daha önemli olan ne? Haklı çıkmak.’’
Yıllar yılı Dünyaya demokrasiyi
yaymak
için elinden geleni yapan ve sırf bunu yaptığı için haklı olduğunu
iddia eden Amerikan siyaseti için ne kadar da ince yapılmış bir eleştiri değil
mi? Bunu bir kenara bırakalım, sadece çizgi roman ekseninde Captain America’ya
yapılmış bir eleştiri olsa bile oldukça doğru bir eleştiri. Captain America’nın,
kim ne derse desin, haklı olmaya çalışmak gibi bir huyu var, eylemlerinin hep
bir haklılığı olduğu kanaatinde. Mesela Captain America: Civil War filminde de
bu ince eleştiriyi duymuştuk, Spider Man Captain America’ya savaş esnasında ne diyordu?
‘’Her zaman haklı olduğunuzu düşünüyormuşsunuz, o yüzden tehlikeliymişsiniz.’’

Nihayetinde, eskilerin hakkını vermek ve yenilere de yol
açmak için Rick Remender’in yoğun bir çaba sergilediğini söyleyebiliriz. Fakat
seri kendi içinde yoğunken, bir de geçmişin yoğunluğu eklenince okurken mecazi
manada baş ağrıtabiliyor. Hikaye açısından olduğu kadar karakter açısından da
oldukça yoğun bir altı sayı okuduk desek, sanırım yanılmayız. Hikaye
anlatımının güzel olduğu bir gerçek, ancak yeni okuyucunun bu seriyle işinin
zor olduğu da bir gerçek. Okumalar yapmasa bile yoğun araştırmalar istiyor bazı
şeyleri öğrenebilmek için. Çizimlere gelirsek, sekizinci sayının çizimleri
hariç çizimler mükemmel. Daniel Acuna’nın çizimlerini her zaman beğendim, bu
seride de kendi çizimlerini konuşturmuş ve hikayeyi okumayı daha zevkli hale
getirmiş. Genel olarak değerlendirdiğimizdeyse, Uncanny Avengers: Apocalypse
İkizleri, yeni okuyucunun oldukça yorulacağı eskinin de fazlasıyla zevk alacağı
altı sayılık bir cilt olarak 8 puanı hak ediyor.
Yorumlar