İnceleme: Uncanny Avengers: Kırmızı Gölge

[update title=”Künye” icon=”info-circle”]
Uncanny Avengers: Red Shadow
Çizgi Romanın Orijinal Adı: 
Yayınlandığı Dönem: 2012-2014
İçerdiği Sayılar: Marvel Now Uncanny Avengers #1-5
Yazar: Rick Remender
Çizer: Daniel Acuna
Yayıncı: Marvel
Türkçe Basan Yayıncı: Gerekli Şeyler[/update]

Avengers vs. X-Men hikayesiyle birlikte bir dönemi
kapadıktan sonra, artık yeni hikayelere adım atıyoruz. Önceki hikayelerin
önemli bir kısmını basmış olan Gerekli Şeyler, bu hikayeden
sonrasını da üç koldan basmaya başladı; Avengers, New Avengers, Uncanny
Avengers. Aslında Avengers vs. X-Men hikayesi sonrası dönemi Jonathan
Hickman’ın dönemi olarak adlandırsak da, burada bir istisna olarak Rick
Remender’in Uncanny Avengers serisi karşımıza çıkıyor. Jonathan Hickman,
Avengers ve New Avengers sayılarının yanında Avengers World sayılarını da
yazarken, elbette Rick Remender’in ipleri eline aldığı Uncanny Avengers
sayılarının yeri ve önemi de farklı oluyor. Diğer önemli yanıysa hem  Avengers vs. X-Men hikayesinin sonucuyla
doğrudan bağlantılı olması hem de daha önceki hikayelerle de yakın ilişkide
olması. Yani Jonathan Hickman’ın yaptığı gibi bir kopma gerçekleştirmeyerek, New
Avengers: Firar
cildinden beri süregelen bir dönemin devamı olarak
karşımıza çıkıyor. Kendi adıma konuşacak olursam da, Uncanny Avengers tam da
yukarıda saydığım nedenlerden ötürü, yeni dönemin bir adım önde serilerinden
oluyor. Bu noktadan sonrasındaysa bir uyarı yapmakta fayda var, yazının bundan
sonraki kısmı önemli ve detaylı bilgiler içerecek.
Bu yüzden sayıları okumayanlar, son paragrafı okuyabilirler.

Şimdi, her şeyden önce genel olarak öncesinde neler oldu,
buna bir bakalım. Avengers vs. X-Men sayılarını beğenenler de oldu,
beğenmeyenler de fakat zaten sıkıntının özünü anlamak lazım; kahramanı
kahramana kırdıran hikayelerin büyük bir çoğunluğu zaten hemen hemen aynı
sınıftandır, yani size gerilim ve aksiyon dışında fazla şey vaat etmezler,
seversiniz ve beğenirsiniz belki ama oturup üzerine düşündüğünüzde çok da bir
şey bulamazsınız üzerine konuşacak. Tabii burada sayının genel bir irdelemesini
burada yapmanın gereği yok, fakat Avengers vs. X-Men sayıları kendi sınıfının
klasik bir ürünüydü diyebiliriz rahatlıkla. Peki bu noktada bizi ilgilendiren
ne? Hikayenin iki önemli sonucu var, birincisi Chales Xavier’in ölümü ve
ikincisi de Charles Xavier’in katili olarak Cyclops’un en azından Secret Wars’a
kadarki dönem için geri dönülmeyecek bir yola girmiş olması. Aslında genel
olarak baktığımızda ikisi de X-Men’i etkileyen sonuçlar gibi dursa da, genel
olarak tüm kahramanları ilgilendirdiğini Uncanny Avengers’ın ilk cildinden
anlıyoruz. Peki bu kadar çok Avengers takımı varken, kim bu Uncanny Avengers
ekibi?

Şunu hemen söylemekte fayda var, Uncanny Avengers -ve
bunu sağlayan Rick Remender-
büyüsü bozulmuş bir evrenin eski tadını tekrar
yakalamasını sağlıyor. Peki neydi bu büyü? Eski takımların, eski kötü
karakterlerin ve eski kahramanların tekrar ön planda olduğu, ön planda olurken
de özlerine döndükleri bir hikayeyle karşımıza çıkıyor. Charles Xavier’in ölümü
ne kadar gerekliydi bu tartışılır, ancak Remender bunu iyi yönde kullanmayı
gayet iyi başarıyor. Takımımız X-Men ve Avengers üyelerinden oluşuyor, zaten
genel olarak X-Men’in üyeleri kişisel bazda da olsa Avengers üyesi
olabiliyorlar ancak bu seride durum daha farklı, bireysel üyeliklerden çok
insan ve mutant işbirliği ön planda, yani önceki savaşla mutantların bozulan
imajını düzeltmek ve aynı zamanda insan-mutant çatışmasının önüne geçmek için
her iki takımın zorunlu birlikteliğinin bir ürünü. İşte bundan dolayı, yani ana
fikri olan ‘’farklılıkların bir arada olması’’ düşüncesini oldukça iyi
değerlendiren Remender, özellikle X-Men’in ne olduğu ve neden kurulduğuna dair önemli
bilgileri ilk on sayfa içerisinde, kısa ama etkili bir biçimde anlatıyor.
Etkili olmasının sebebi Profesör X’in ölümünden sonra, bu temellerin
sorgulanarak yapılıyor olması. Ayrıca mutantların ‘’azınlık’’ statüsüne tekrar
geri dönmesi de bu sorgulamalarda etkili, ki X-Men’i de tarihinde önemli yapan
şey buydu, mutantlar insanın bir sonraki aşamasıydılar ve azınlıktaydılar,
insanlık evrimin bir sonucu olabilecek önceki türün yok olması ihtimaliyle de
mutantlardan hiçbir zaman hazzetmediler. Fakat bu yıllar içinde değişti, ne
mutantların azınlığı ne de bu nefret kalır oldu. Elimizi koyduğumuz her taşın
altından bir mutant çıkmaya başladı. Tabii bunu fark eden yazarlar yıllar önce ‘’Genosha
Soykırımı’’
gibi bir olayı gerçekleştirseler de, yıllar sonra yine aynı
noktaya geldik. İşte yine bunu fark eden Remender, mutantları tekrar kendi
evreninde kurgulandığı hale getirerek o eski tadı yakalamayı başarıyor.

İşte eski tat, eski zamanlar demişken Marvel Comics’in eski
yüzlerini karşımızda buluyoruz. X-Men’in yakın zamanda pek göz önünde olmayan
ama eski gözdelerinden Havok’u –Alex Summers- ilk sayılardan yeni lider
olarak karşımızda buluyoruz, takımın genel lideriyse zaten çok da şaşırtmayacak
şekilde Captain America. Fakat onun eski ve en önemli düşmanı Red Skull
hikayenin ana düşmanı olarak karşımıza çıkıyor, hem de en öz haliyle. Kendisini
bildiğimizden beri Nazizm’in vücut bulmuş hali olan Red Skull’u tam da bu
haliyle görüyoruz; ‘’Evrim arka planda uğuldayan bir fısıltı değildir… Her
güdümüzün gerçek temelidir… Birinin, kendi türünden olanları çevresel
rekabetten koruması doğaldır.’’
  gibi
cümleleri duyuyoruz. Kimi zaman basit ama çoğunlukla etkili cümlelerle Rick
Remender, faşizmin/Nazizmin temel argümanlarını okuyucuya gösteriyor, belki
mevzunun derinliklerine inemiyoruz ancak en temel şekilde bunu görmeyi
başarıyoruz. Mesela Nazizmin en temel argümanı olan, propaganda gücünü etkili
kılan ‘’söylediğin yalana kendin de inanmalısın’’ düşüncesi, her iki
tarafın da birbirine yönelttiği bir suçlama. Özellikle bu suçlamanın Red Skull
tarafında, onun ağzından duyduklarımız Rick Remender’in toplumsal bir
eleştirisi olarak elbette düşünülebilir. Hatta genel olarak ilk dört sayının
içinde yer alan eleştirileri kimi zaman Havok’un ağzından, kimi zaman Red
Skull’un ağzından duymamız ve hatta kimi zaman sadece çizimlerle bunun
yapılması etkileyici.

Mesela hikayede ilk propaganda aşaması ve ilk cinayetler,
televizyon karşısında gerçekleşiyor örneğin, ya da Thor, bir başkası değil de
Thor, Red Skull’un da etkisiyle mutant avına çıkıyor, azınlığın değil
çoğunluğun, yok edilenin değil yok edenin yanında yer alıyor. Tabii Captain
America’nın bu psişik etkiye direndiği sahnelerde onu etkileyeme çalışanların
polisler olması ve ‘’Ulus… Dünya… Hepsi onlar olmadan daha iyi olacaklar. Daha
güvenli olacaklar.
’’
  dediği
sahnelerde verilmek istenen duygu bence muazzamdı. Captain America’nın bir
ülkeyi temsil ettiğini düşünürsek, polislerin o ülkedeki farklılıklara yönelik ‘’polis
şiddetini’’
de ne ile açıklamaya çalıştığını az çok biliyorsak, aslında ne
demek istediğimi az çok anlayabilirsiniz.

Tabii X-Men bir yandan kendini sorgularken, bir yandan da
Rogue-Scarlet Witch cephesinde de bir geçmiş sorgulaması görüyoruz. Aslında
bizim bile unuttuğumuz Rogue ve Magneto ilişkisi, Rouge’un Mutant
Kardeşliği’nin üye olduğu yıllar, ikisinin diyaloglarında karşımıza çıkıyor. Yine
Scarlet Witch’in çok da uzun olmayan geçmişte –House of M hikayesi-
mutantların çoğalmasını durdurmasıyla –‘’No more mutants.’’- birlikte
mutantlarla arasının açılmasını görüyoruz. Ayrıca cildin sonlarına doğru
Scarlet Witch ve Wonder Man arasındaki geçmişten gelen problemlere ufak da olsa
değiniliyor. Böylelikle Rick Remender, kahramanların geçmişlerini oldu bittiye
getirmiyor, yaşananları yok saymıyor. Aksine bunları kullanarak takım içi
dinamikleri bize gösteriyor, zoraki birlikteliğin altını çiziyor.

Bu noktaya kadar, ‘’Uncanny Avengers takımı kimlerden
oluşuyor?’’ sorusuyla geldik. Asıl adıyla Avengers Unity Squad olan ekibimiz,
Captain America, Havok, Wolverine, Rogue, Scarlet Witch, Thor ve son
sayfalardan gördüğümüz kadarıyla da Sunfire, Wonder Man ve Wasp’tan oluşuyor.
Yani çoğunluğu mutant bir ekip, ayrıca ön plana çıkmış ve çıkacak kahramanlar
açısından da ilgi çekici. Dördüncü sayının sonunda ekibimiz Red Skull’u
durduramamış ve kendisi kaçmıştı. Sayıda yapılan bir üç aylık sıçrama ile bu sorunun
daha burada bitmediğini ve Red Skull’un yine karşımıza çıkacağını anlıyoruz.
Ancak bundan önce ekibimizin uğraşmaları gereken bir sorun, hatta çok büyük bir
sorun var; Kang. Evet, beşinci sayıdan bunu anlıyoruz, şimdilik asıl sorun Red
Skull değil, Kang olacak. Bunun yanında insan-mutant gerginliği de bitmiş
değil, onca kameranın karşısında Grim Reaper’ı öldüren Rogue’nin bu eyleminin
sonucu bu gerilim için ne kadar etkili olacak bilmiyoruz, ancak yeni hikayelere
kapı açacağı da kesin.

Sonuç olarak, hikayemiz eski ile yeniyi oldukça iyi
harmanlıyor, Red Skull’u karşımıza çıkarırken onunla beraber ilk defa S-Men
adlı bir takıma şahit oluyoruz, takımın mutantlarla husumet sebeplerini az çok
öğrenirken de yine X-Men’in geçmiş mücadelelerini ve Magneto’nun geçmiş
hatalarının sonuçlarının bugüne yansımasını izliyoruz. Her ne kadar bir
Avengers hikayesi olsa da olayların daha çok X-Men ve mutantlar çevresinde
döneceği kesin, bu yüzden özellikle X-Men okuru için hikayelerin tatmin edici
olacağını düşünüyorum. Ayrıca Rick Remender, Jonathan Hickman gibi bir kopma
gerçekleştirmemesiyle eski okuru tatmin ederken, eklediği yeni karakterler ile
beraber de bağlı olduğu evrene yenilikler getirmesini biliyor. İlk dört sayı
için konuşacak olursak, seri için gerçekten iyi yapılmış bir başlangıç olduğu
kanaatindeyim. Normalde başlangıç sayıları daha çok kendi derdini anlatmak için
uğraşan –bazılarıysa çırpınan- sayılar olurken, Uncanny Avengers bunu
aşarak okuyucuyu konuya direkt adapte etmeyi ve ilk dört sayıda birçok olayı
gerçekleştirmeyi başarıyor. İlk dört sayının çizerine geldiğimizde, John
Cassaday’ın daha iyi çizimlerini gördüğümü söyleyebilirim. Bu hikayede
ortalamayı bazen aşan bazen aşamayan çizimleri etkili yapan şey ise, dört sayı
boyunca kırmızının hakim ton olması. Yine bazı karelerin etkileyici olduğunu
söylemek de gerekir. Tüm bunları değerlendirdiğimizde, ilk beş sayıyı içinde
barındıran Uncanny Avengers: Kırmızı Gölge cildinin başarılı
olduğunu, eski okuyucular tarafından özellikle tercih edilmesi gerektiğini
söyleyebiliriz, yeni okuyucu içinse belli başlı temel okumaların yapılmadan
okunması halinde karışıklık yaratacağı aşikar. Tüm bunlar değerlendirildiğinde
cildimiz, 8.5 puanla oldukça iyi başlangıç yapıyor.

Yorumlar