[update title=”Künye” icon=”info-circle”]
Yayınlandığı Tarih:07.09.2016
İçerdiği Sayı:Moon Knight #6
Hikaye:Incarnations Part One
Yazar:Jeff Lemire
Çizer:Wilferdo Torres, Francesco Francavilla, James Stokoe
Yayıncı:Marvel[/update]
seviyesi dediğimiz kahramanlarından biri olan
Moon Knight, bana göre Marvel’in Batman’i gibi taşıması zor bir ünvana sahip bir
karakter. Kısaca başına hangi yazar geçerse geçsin karanlık tonlarından kolay
kolay kurtulamayacak serilerden biri. Her ne kadar daha önce bu tonlara yakın
pek çok karakterin daha aydınlık resmedildiğini görsek de bu Moon Knight için
pek mümkün değil. Bir kere kendisi kişilik bozukluğu olan, psikolojisi bozuk
bir karakter. Öte yandan tam olarak kahraman da sayılmaz. Kendisi sokaklara
çıkıp Tanrı Knoshu
için adam öldüren, hatta bazen daha da kötüsünü yapan bir karakter. O yüzden genelde sokaklarda kendinden
korkulur ve çoğu hikayesi sokaklarda geçer. Ancak bu hikaye bu konuda daha
farklı. Daha mitolojik ve daha çok yol hikayesi
diyebileceğimiz tarzda kurgulanmış durumda.
Knight, Doug Moench tarafından yaratılmıştı. 80’li yıllarda çıkan serisinin
başında da yine Moench vardı. 80’li yıllarda başlayan epey uzun serisinin
ardından bir süre kendi serisi olmayan Moon Knight 2006’da tekrar okuyucuyla
buluşmuştu uzun soluklu bir seriyle ve sanırım o serinin karanlık tonu vs. da eklenince o günden beri bir şekilde devamlılığı olan
bir karakter. Now öncesi kişilik bozukluğunun üstüne gidilen Bendis tarafından
bir hikaye yazıldı, zaten o güne kadar karışık olan Moon Knight mottosu iyice
karışmış oldu. Ama Now dönemiyle birlikte yeni seriye Warren Ellis geçti. Tüm o
karmaşadan aldı kurtardı bizi ve Moon Knight’ı özüne daha çok döndürüp kafa
yormayan bir seri yazdı. Bu seri Moon Knight’a yeni okuyucular kazandırdı. Now
döneminde üç tane yazar değişikliğiyle seriye
kapanış yapan Moon Knight şimdi de bu seride yine yeni okuyucular için ideal
bir seriyle daha farklı bir boyutta karşımıza çıkıyor. Her neyse bu fasılı daha
fazla uzatmayalımda bu serinin önceki sayılarından ve hemen ardından bu sayıdan
devam edelim.
to the New Egypt” hikayesine muhteşem bir final yapmıştık. O sayıdan
buraya geçince ise neye uğradığımızı şaşırdık. Hikaye tamamen değişmişti.
Ortada ne bir akıl hastanesi ne de en sonda bıraktığımız Mısır’a dönen bir New
York kalmıştı. Geçtiğimiz sayının sonunda bize bunun sinyalleri zaten
verilmişti. Ama biz bunu Knoshu’nun, Piramit’e giren Marc’ın zihniyle oynadığı
bir oyun olduğunu sanmıştık, en azından ben öyle sandım.
kişilik bozukluğu yaşayan bir karakter. 3 farklı kişiliği var. Marc Spector,
Steven Grant ve Jack Lockey.Çizgi romanlarda her ne kadar zaman zaman diğer
kimliklerine büründüğü dönemler olsa da,
son dönemlerde gerçek kişiliği Marc Spector’u kullanıyordu. Bu
hikayedeyse 3 kişiliği de var. Bir de bunlar yetmezmiş gibi konuyla hiç
alakasız, uzayda geçen bir kişiliği de var. Hikaye işte tüm bu kişiliklerin
ortasında kafa karıştırıcı bir şekilde başlıyor.
kişilikler aynı evrende ve yolları da kesişebiliyor. Mesela yapımcı, milyarder
Steven Grant’in filminde Moon Knight’ı Marc Spector oynuyor. Ya da Steve bir
taksiye bindiğinde, bindiği taksinin sahibi Jack Lockey oluyor. Haliyle okurken
de bizim kafamız epey karışıyor. Kişilik atlamaları da yaşıyoruz. Bir bakıyoruz Steve Grant’ız. Bir bakıyoruz
Jack Lockey. Bir bakıyoruz uzaydaki Marc Spector’uz. Hepsi sanki farklı
evrenden alınmış parçalar gibi. Ama aynı evrendeler, yollarının kesişmesi buna
işaret gibi.
[error title=”Spoiler Bölgesi” icon=”exclamation-circle”]
Hikayemiz Moon Knight filmini çeken Steve ile sette başlıyor. Çekilen aksiyon sahnesinin yarıda kesilmesiyle sadece kostümünü gördüğümüz Marc sinirlenip çekip gidiyor. Bunun üstüne biz de Steve ve Marlene ile yola devam ediyoruz. Evlerine gitmek için taksiye biniyorlar ve Steven’ın taksici Jackile göz göze gelip şaşkınlığa uğradığı sahneyle Steve’i orada bırakıp Jack ile yola devam ediyoruz.
Jack, Crawley ile karşılaşıyor ve aralarında ilk hikayede gördüğümüze benzer bir konuşma gerçekleşiyor. Crawley her şeyi hatırlıyor ve bunu da Jack’e hatırlatmaya çalışıyor. Bu konuşmanın ardından Marc’ın kendini piramitlerin tepesinden bıraktığı malum gecenin üstüne 2 gün geçtiğini öğreniyoruz. Tabii Jack bu konuşmalardan bir şey anlamıyor sadece kafası karışmış bir şekilde yoluna devam ediyor. Biz de tekrar Steven’a dönüyoruz ve ilk hikayede önemli bir yer kaplayan akıl hastanesine bağışçı olarak gidiyoruz.
Burada yine ilk hikayeden Billy ve Bobby ile karşılaşıyoruz. Steve’i bir yerden tanıdıklarını iddia ediyorlar. Steve ise onlara işlerine geri dönmeyi söyleyip, Marlene’in yanına gidiyor. Ve aralarında geçen konuşmadan Steve’in eskiden o hastanede yattığını öğreniyoruz ama işin garip yanı bunu Steve hatırlamıyor. Marlene’in Steve’e Marc diye seslenmesinin üstüne de zaten kafası karışmış olan Steve iyice bir şeyler şüphelenmeye ve kafası karışmaya devam ediyor.
Bunun üstüne uzaya dönüyoruz. Ve bizi uzay üssünde Franchie karşılıyor. Marc ile birlikte Moon Knight One adlı uzay aracına binip üsse saldıracak olan Space Wolflar’ın saldırısını karşılamaya hazırlanıyorlar ve sayı da orada bitiyor.
[/error]
GÖRÜŞ
İlk beş sayı müthiş bir atmosferde ilerlemişti. Sadece bir Süper Kahraman hikayesi değil aynı zamanda mitolojik bir karakterin hikayesini okuduğunu da hissediyorduk. Bu tür karakterlere mitolojik uzun uzun işlenen güzel bir kurgu verdiğin zaman ortaya böyle bir seri çıkıyor. Bu seriyi bu açıdan Brian Azzarello’nun Wonder Woman serisine benzetiyorum.
Her neyse ilk beş sayıda ilerleyen, yavaş yavaş aktarılan kurgu bir anda yerini anlam veremediğimiz bir karmaşaya bıraktı. Ortada birden çok kişilik aynı anda var. Karakterimiz bile gerçekte hangisi olduğunu farkında değil. Okurken bunu çözmeye çalışıyoruz. İlk hikayede de ufak karışıklıklar vardı ama bu sayıda biraz daha artmış durumda ve merak ettirmeyi başardığı için bu durum şimdilik bir artı olsa da ilerleyen sayılarda ne olur bilemiyoruz.
Bir de çizim değişmesi var ki o da büyük bir eksi benim açımdan. Smallwood’un çizimler tam Moon Knight atmosferine göreydi. Şimdi ise her karakter için ayrı çizimler var. Bu aslında bu hikaye anlatımı için en uygun seçenek olsa da Smallwood’un çizimlerini aramadım değil.
Kısaca hikaye çok karışık gidiyor ve kesinlikle ilk hikayenin altında eziliyor. Yine de kafamızı kurcalamaya ve merak unsurlarıyla okumaya devam etmemize sebep veriyor. 2 gün önce Marc kendini o tepeden attıktan sonra ne oldu? Neden pek çok kişiliğe aynı anda bürünmüş durumda bilemiyoruz ve bu gizemin de bu 4 sayılık Incarnation hikayesinde çözüleceğini tahmin ediyoruz.
İYİ