Tony Stark’ın Vietnam’da kaçırılması ve Yinsen’in deyimiyle ‘’Kızıl Tiran’’ın elinden kurtulmasının üzerinden 50 seneyi aşkın bir süre geçti. O günden bugüne siyasi açıdan Dünya’nın durumu değişti dersek yalan söylemiş olacağımız gibi Tony Stark değişti dersek de yalan söylemiş olacağımızdan, aslında burada yapacağımız tahlil geçmişin, şimdinin ve geleceğin Tony Stark’ının da ne olduğunun ve ne olacağının emarelerini bulacağınız bir yer olacak. Tabii az önce söylediğim ‘’Dünya’nın siyasi açıdan durumunun değişmemesi’’ cümlem sizi yanıltmasın, değişmeyen şey bir savaş hali; savaşılan şeyin biçimi her gün değişip her devrin insanına özel bir hal alıyor, devletler savaşı yerini bölgesel çıkar dengelerince desteklenen örgüt ve resmi olmasa da –sonuçta herkes sözde bağımsız- fiilen yarı bağımsız devletler savaşına bırakıyor, gelecekte de böyle olacak, savaşılan şey ve savaşma biçimi ile süreleri-savaşma sıklığı da değişecek ancak savaş hali kendini öylece koruyacak. Tabii ki bu savaş hali olarak adlandırdığımız şeyin kökeninde neler yattığı, durumun belki de savaş hali olup olmadığı konusu çok ayrı mecralarda gerçekleşecek bir tartışma konusu. Yine de filmin bunlara verdiği cevaplar elbette var.
İşte bu yüzden daha filmin başında Tony Stark’tan duyduğumuz ‘’Barışı severim. Ama barış olursa işsiz kalırım’’ cümlesinden hareket etmeye başlarsak, belki de bu tüccarın amaçlarını daha iyi anlayabiliriz. Belki de kendisi Clausewitz okumuştur kim bilir, çünkü Clausewitz savaşı her şeyden çok bir ticarete benzetir ve ‘’Onu herhangi bir sanattan çok ticarete benzetmek yerinde olur; çünkü aslında ticaret de bir çıkarlar ve insani faaliyetler anlaşmazlığıdır. Savaş, ticaretten de öte bir şeye daha benzer: politikaya. Çünkü politika, hiç değilse kısmen, büyük çapta bir ticaret sayılabilir’’ diyerek de açıklamasını yapar.
Clausewitz okuyup okumadığını bilmiyoruz ancak Tony Stark için en temel bilgiler bize filmde veriliyor; ‘’Yaratıcı. Dahi. Amerikalı vatansever’’ ve devam ediliyor ‘’ Bugün, Tony Stark özgürlüğü sağlayıp, Amerika ve çıkarlarını tüm dünyada koruyarak silah endüstrisinin çehresini değiştirdi’’ cümleleriyle Tony Stark’ı hem tanıyor hem de niteliklerini öğrenmiş oluyoruz. Silah ve özgürlük, savaş ve barış ile Vergilius’tan beri tekrar edilmiş bir çelişki… Tam da bu tanıtım sahnesinin ardından, çok geçmeden, gazeteci Christine Everhart ile Tony Stark’ın konuşmasına tanık oluruz; ‘’Size günümüzün Da Vinci’si diyorlar’’ ve cevap hiç gecikmeden gelir ‘’Kesinlikle saçma. Resim yapmıyorum ki’’. Buradaki reddedişin sebebini Tony Stark’ın kendine olan aşırı özgüveni olarak yorumlamanız mümkün, devam edelim, ‘’Diğer takma adınıza ne diyorsunuz peki? Ölüm Taciri‘’ ve Tony Stark buna da ‘’Fena değil’’ yanıtını verir. Neden bir insan ölüm taciri gibi bir sıfatı Leonardo da Vinci olmaya tercih eder ki, hele ki bu isim dehasını bugüne ulaştırmayı başarmışken? Cevabı çok basit, Leonardo bir eşcinseldi. Öyle ki kadın vücudundan bile nefret ettiği söylenir, kadınla erkeğin cinsel birleşmesini iğrenç bulduğu da bilinen bir şeydir. Zaten sahnenin sonunda Tony ve Christine ikilisinin seviştiğini görmemiz de, Tony’nin bu tavrının neden böyle olduğu konusundaki ortaya attığım görüşü destekler niteliktedir, ayrıca yine film boyunca da Tony’nin çapkınlık örneklerini görür veya duyarız. Evet, Tony Stark dahidir, yaratıcıdır ama her şeyin ötesinde bir heteroseksüeldir. Yani kısacası, sahne boyunca izlediğimiz pek çok şey esasında bu ikilinin birbirine karşılıklı kurları olmaktan öteye geçememiştir de diyebiliriz.
Biz yine de sahneye devam edelim, ‘’Bayan Brown, mükemmel bir dünyada yaşamıyoruz ama başka şansımız yok. Barış için silaha ihtiyaç duyulmadığı gün, bebek hastaneleri için tuğla satacağım’’ dediğinde aslında karakterin, Vergilius çelişkisinden de öte, gerçeklikten-gerçek dünyadan ne kadar koparıldığını görüyoruz. Ne güzel demiştir Aeschylus ‘’Savaşta verilen ilk kayıp, gerçekliktir’’ ya da ‘’Savaşın ilk şehidi akıl,vicdan ve hakikattir’’ diye. Devam edip ‘’Babamın bir sözü vardır: Barış, diğerinden daha büyük sopaya sahip olmak demektir’’ diyerek de filmin başından beri sürekli şekilde gözümüze sokulan cümlelerden birini yine söyler. Hazır silahlar sopalara benzetilmişken, Douglas William Jerrold’a bırakalım; ‘’Tabansızlıktan, korkaklıktan nefret ettiğimiz gibi barışı da severiz; fakat her ne pahasına pahasına olursa olsun barış olmaz. Yaşayan insanların maddi bedenini yıkan savaştan daha beter ve daha fazla onun insanlığını yıkan barış vardır. Zincirler sopalardan daha kötüdür.’’
İşte aslında II. Dünya Savaşı’ndan beri maruz kalınan bir propaganda bu. Filmin ilk yarısı boyunca özgürlük ile savaşın ilişkilendirilmesi de bu propagandanın bir parçası. Zaten Afganistan’a gittiğinde Tony Stark’ın Jericho füzelerini tanıtırkenki konuşmasına bakarsak ‘’Korkulan olmak mı yoksa saygı görmek mi? Her ikisi olsak nasıl olur? Stark Endüstrileri’nin özgürlük serisine ait saray mücevherini gururla sunarım… En iyi silah hiç kullanmadığınızdır derler. Buna katılmıyorum. Bir kere ateşlenen silahı tercih ederim. Babamın yaptığı buydu. Amerika’nın da yaptığı bu. Şimdiye kadar gayet işe yaradı’’ dediğini duyarız. Burada dikkati çekecek şeyler belli, ‘’özgürlük serisi’’ ve ‘’bir kere ateşlenen silah’’ ile Tony’nin ‘’babası’’ elbette. Nasıl ki Captain America: The First Avenger filminde Tony’nin babası üzerinden bir ‘’atom bombası’’ esprisi yapıldıysa, bu filmde de ‘’bir kere ateşlenen silah’’ tamlamasıyla da Tony Stark’ın babasının oğlu olduğunu görüyoruz. Ve tabii her ikisi de bunu özgürlük için yapıyorlar.
Yukarıdaki konuşmadan sonra elbette Tony Stark yeni silahını satmayı başarıyor ve ‘’Barışa!’’ denilerek kadehler kaldırılıyor. Sahi, ne diyordu Vergilius? ‘’Barış istiyorsan savaşa hazır ol’’. Tabii Benjamin Franklin’i de araya sıkıştıralım, sonuçta bu silahların maddi de bir karşılığı var, Franklin ne diyordu peki? ‘’Barış bile büyük paralarla satın alınabilir’’. Geldiğimiz nihai nokta budur. Bundan sonrası ise Tony’nin Afganistan’da kaçırılması, Yinsen ile tanışmasıyla devam ediyor. Tabii kendisini kaçıran terörist ise kendisini karşılarken ‘’Hoşgeldin Tony Stark. Amerikan tarihinin en meşhur kitle katili’’ dediğinde anlıyoruz ki, filmin buraya kadarki kısmı ve Tony Stark’ın ağzından çıkanlar hiçbir zaman olumsuzlanmayacak, çünkü buraya kadar anlatılan fikirleri bir teröristin –yahut kötü karakterin- ağzından duymak, istisnalar dışında, o karakterin ağzından çıkanların yanlış olması için yazılmış repliklerdir. Tabii Yinsen’in aktardığı diller de bir o kadar ilginç, Arapça, Urduca, Darice, Afganca, Moğolca, Farsça ve Rusça konuştuklarını öğreniyoruz. Tabii hedeflerine ulaşmak için gerekince İngilizce konuştuklarını da görüyoruz. Peki hedefleri ne? ‘’ Bir zamanlar ok ve yay, silah teknolojisinin doruğuydu. Cengiz Han’a Pasifik’ten Ukrayna’ya kadar uzanan bir hükümdarlık sağladı. Büyük İskender’in iki katı, Roma İmparatorluğu’nun dört katı büyüklüğünde. Ama bugün son model Stark silahlarına sahip olan her kimse bu topraklara hükmeder. Ve yakında benim sıram gelecek.’’
Jean Jacques Rousseau boşuna ‘’Savaşın sebebi insan münasebetleri değil, eşya münasebetleridir’’ dememiş. Stark’ın başlangıç motivesi de kendi eşyalarıyla ‘’Genç Amerikalıların’’ öldüğünü görmesidir. Yakınındakini koruma güdüsü, ki bunu Captain America: Civil War filminde de göreceğiz zaten. Fakat bu filmle beraber ikinci yorum getirmek gerekirse, en yakınındakini koruma güdüsü, iyi insanlara has bir erdem olarak karşımıza çıkartılıyor. Bunu nereden çıkartıyoruz, tabii ki bu film için Obadiah Stane karakterinden, diğer filmler için Red Skull, Loki ve diğer pek çok karakterden. İşte kötü karakterler de devreye gelince Thomas Hobbes’un en temel sözü olan ‘’İnsan insanın kurdudur’’ devreye girer. Bu neredeyse hiç şaşmaz, mutlaka bu fikir kendini bir noktada gösterir.
Devreye Hobbes girdiğine göre bir süre de buradan devam edeceğiz demektir. Hobbes doğa durumunu herkesin herkese karşı savaşı olarak açıklar, herkesin herkese karşı savaşında da hiçbir şey adalete aykırı olamaz. Obadiah Stane devreye girdikten sonraki kısımda da aslında gördüğümüz de budur, herkesin herkese karşı savaşı. Yine Hobbes’in dile getirdiği üzere bu durumda adalet ve adaletsizlik ile doğru ve yanlış kavramlarına yer yoktur. Zaten film boyunca gerçekleşen de budur, kimin ne için öldüğünü pek sorgulamayız, ne için terörist veya kötü karakter oldukları önemli değildir, sadece örgütsel veya kişisel motivelerden küçük bir parça sunulur. Yine Hobbes’in de dediği üzere savaşta zor kullanma ve hile iki büyük erdemdir, Obadiah Stane’in sonunu da bununla ilişkilendirmek pek mümkündür.
Zaten Hobbes ile ilgili durumlara az çok değinmiştik. Ama bu filmde Obadiah ile Tony arasındaki ilişkiyi açıklamak gerekirse; ‘’…Eğer iki insan ikisinin birden sahip olamayacağı, aynı şeyi arzu ederse, düşman olurlar; ve amaçlarına giden yolda birbirlerini yok etmeye veya hakimiyetleri altına almaya çalışırlar’’ çıkarımı hem aralarındaki ilişkiyi açıklar hem de Obadiah’ın yöntemi hakkında da bilgi verir, filmde sırasıyla önce yok etmeye çalıştığını ve bunu başaramayınca etkisi altına alıp devre dışı bırakmaya çalıştığını ve tekrar yok etmeye çalıştığına şahit oluruz. Fakat yine Hobbes’un dediği gibi ‘’Bilgi güçtür’’ ve film boyunca zaten Tony bilgiye hakimdir, izleyiciye bu sürekli hatırlatılır-Aynı söz Francis Bacon’a da aittir ancak burada Hobbes özelinde konuştuğumuz için söz ona atfedilmiştir-.
Tüm bu felsefi altyapının haricinde günümüz siyasetinin içinde bizzat yer almasıyla da Iron Man bir adım öne çıkıyor. Hatta şöyle söyleyelim, Captain America filmleriyle beraber kurulmuş olan evrenin siyasi yükünü paylaşan ikinci karakter ve bunu daha güncel yollardan yaptığını da söylemek mümkün. Mesela Tony Stark’ın kaçırıldığı Kunar Bölgesi, İslamcı örgütlerin en yoğun şekilde faaliyetlerini sürdürdüğü bir bölge ve şiddetli çatışmaların da gerçekleştiği bir bölge. Bargam Hava Üssü daha 2016 Kasım’ında yine Taliban’ın saldırı düzenlediği bir üstür. Fakat Gulmira kurgu bir köydür, sadece Afganistan’da olduğunu biliyoruz ancak bunun dışında bir gerçekliği yok. Bunun yanında ayrıca James Rhodes karakterinin Tony’nin arkadaşı olmasından çok filmde ‘’ordu’’ temsili için bulunduğunu söyleyebiliriz, bunu ispatlayan en önemli husus da Tony’nin artık silah üretmeyeceğini söylediğinde takındığı hoşnutsuz tavırdır. Tony ile James arasındaki ilişki daha çok kapitalizm-ordu arasındaki ilişkidir. Yine Christine Everhart karakterinden sonra kestiğimiz, filmde kadının konumuna dair küçük bir ekleme yapalım. Ne yazık ki filmin en talihsiz karakterlerinden Pepper Potts, mesela Christine Everhart ile yaptığı konuşmasında Tony Stark için ‘’…Benden istediği her şeyi yaparım’’ demesi, film boyunca Pepper’in olduğu her sahnede Tony’nin muzipliklerine katlanması hatta ‘’Kabul et, beni daha kötü hallerde bastığın da oldu’’ cümlesiyle Tony’nin yaptığı imaları kulak ardı etmesi gibi detaylarla, kendisinin bulunduğu her sahnede ‘’olması gerekeni’’ oynayan bir karakter Pepper. Fakat tüm fedakarlıklarına rağmen de cinsel manada görmezden gelinendir, ta ki davetiyede giydiği şık kıyafeti ve –belki- daha bakımlı diyebileceğimiz şekilde Tony’nin gözüne takılana kadar. Kadını metalarla ilişkilendiren ve hatta kadını meta yapan bu sahne, enine boyuna tartışılması gereken sahnelerden olsa da yıllardır bu tartışmaya giren herhangi bir kadın göremiyor olmak da ayrıca ilgilenilmesi gereken konulardan. Her neyse, bol bol arabalar gördüğümüz, Tony’nin çapkınlıklarına şahit olup sonra Pepper Potts ile yakınlaşmasına şahit olduğumuz, özgürlüğün teminatı silahlara hayran hayran baktığımız bir film deneyimi Iron Man.
Bitirirken A.B.D. başkanlarından olan her iki Roosevelt’ten konuşalım. İlki Theodore Roosevelt, 1900’lü yılların başında koltuğuna diğerlerine göre nispeten genç yaşta oturmuş bir isim. Söylediği sözlere öyle veya böyle bir şekilde rastlamanız mümkün eğer tarihle alakalıysanız. Bizim konumuza giren de iki tane sözü var; ‘’Barış ile doğruluk-dürüstlük arasında bir seçim yapmak zorunda kalırsam, ben doğruluk ve dürüstlüğü tercih ederim’’ sözü ilk bilmemiz gerekeni. ‘’Hiçbir barış zaferi, savaşın üstün zaferi kadar üstün değildir’’ sözü de kendisine aittir. Ama ne ironiktir ki, kendisi Nobel Barış Ödülü sahibi de olmuştur. Franklin Roosevelt ise II. Dünya Savaşı boyunca ülkeyi yöneten başkandır, atom bombasının kullanılmasını görecek kadar yaşayamamış ve savaşı bitirme şerefi Harry S. Truman’ın olmuştur, ki ülkemiz kendisini çok yakından tanır. Peki Roosevelt’lere nereden geldik? Film bitmeden önce Pepper ve Tony’nin arkasında ‘’Arsenal of Democracy’’ yazılı bir afiş görürüz. Bu Franklin Roosevelt’in II.Dünya Savaşı’nda kullandığı bir slogandır, savaş esnasında savaş malzemesi üreten fabrikalar için kullanılmış genel bir tamlamadır, ayrıca Woodrow Wilson’dan sonra A.B.D. için ikinci dışa açılışın da temsilidir, önemlidir çünkü herhangi bir yere demokrasi götürme politikasının da temelidir. Demokrasi Cephaneliği, savaş ve barış ile Vergilius çelişkisi… Harry S. Truman’ın dediği gibi; ‘’Eğer insanları ikna edemiyorsan kafalarını karıştır.’’