
Superman’in orijini oldukça karışık bir konu olagelmiştir. Neredeyse her uyarlamada-yazılan hikayelerde değişen noktalarla mutlaka karşılaşırsınız. Mesela akla gelecekleri bir çırpıda sayarsak; 1940’ların ilk Superman uyarlaması olan animasyon dizide Clark Kent yetimhanede büyümüş bir çocuk olarak tanıtılır, yine 1940’lı yıllarda Kirk Alyn’in Superman olduğu seriyal uyarlamada, onu büyüten çift Eben ve Sarah Kent çifti olarak karşımıza çıkar, 1960’lı yıllarda George Reeves’li Superman’de babanın adı yine Eben Kent ancak annenin adı Martha Kent’tir ve baba Kent öldükten sonraki zamanlarda Clark Kent Smallville’i terk eder, Christopher Reeve’li Superman’de ise Jonathan Kent’in ölümü Clark Kent için bir dönüm noktası olur ve Henry Cavill Superman’inde de öyle. Ancak çizgi romanlara baktığımızda ünlü Kent çifti uzun süre varlıklarını korudular, 2011 yılında ise işler değişti. Bunun haricinde ‘’S’’ sembolünün El ailesinin sembolü olması da çizgi romana sonradan eklenen bir şey olup, kostümün Kripton’dan kalan bir miras mı yoksa Martha Kent’in tasarımı mı olduğu, resmi hikayeye göre değişkenlik gösteren bir konu. Mesela uyarlamalar içinde Lois & Clark: The New Adventures of Superman’de kostüm tasarımı Martha Kent’e, sembol ise El ailesine aittir, çizgi roman hikayelerinde de bu The Man of Steel ve Superman: Earth One hikayelerinde karşımıza çıkar.
Superman for All Seasons ise tüm orijin hikayeleri içinde apayrı bir yere sahip, beğeni anlamında değil, Superman hikayesini apayrı bir şekilde ele alışından dolayı bu yorumu yapmak mümkün. İlk başta verilmesi gereken bilgileri vermek gerekirse; dört sayıdan oluşan hikayede ilkbaharda Jonathan Kent’i, yazda Lois Lane’i, sonbaharda Lex Luthor’u ve kıştaysa Lana Lang’i anlatıcı olarak görüyoruz. Hikaye dört mevsimde geçiyor olmasına karşın bir ilk yıl hikayesi değil, mevsimler üzerinden anlatılan ve bir yıldan daha uzun süreyi kapsayan bir hikaye. Mevsimler ise elbette anlamlar taşıyor, hem anlatıcılar özelinde hem de hikaye geneli içinde mevsimler tamamen bir yorumlama aracı-metafor olarak kullanılmaktadır.
İlk sayının ve dolayısıyla ilkbaharın anlatıcısı Jonathan Kent’in ağzından dinlediğimiz hikaye hem her şeyin başlangıcı olmakla beraber bir yandan da genç Clark’ın Smallville’deki son günlerine de şahit oluyoruz. Tabii Smallville günlerinde şahit olmamız gereken ve bilmemiz gereken her şeyi de tek sayının içinde görebiliyoruz; Clark’ın Lana Lang ile yakınlığı, Pete Ross ile arkadaşlığı, anne-babasıyla ama özellikle babasıyla arasındaki ilişki ve de Clark’ın güçlerini keşfediş süreci. İkinci sayı yani yazın anlatıcısı ise Lois Lane ve Superman ile değişen her şeyi anlatan karakter, hem kendisi hem Metropolis halkı hem de Dünya için ve sayı boyunca Superman’in insanlar için ne anlama geldiğini görüyoruz. Üçüncü sayıdaysa hikayeyi Lex Luthor’dan dinlerken, Metropolis’in Luthor için ne anlama geldiğini görüyoruz, ki bu sayı aslında diğer üç sayıdan da önemli bir sayı, yer yer Lex Luthor’un ağzından babasıyla olan ilişkilerini de dinliyoruz. Sonuncu sayıdaysa Lana Lang’in hayal kırıklıkları ve Clark’la arasındaki ilişkiyi dinleyerek hikayeyi bitiriyoruz.

Hikayeyi incelemeden önce göndermelere bakmak daha faydalı olacaktır. İlk sayıdan son sayıya kadar Superman’in tüm tarihinden zaten alıntılar görüyoruz, daha ilk sayfada Jonathan Kent oğlu için ’’İnsanlar şimdilerde ona Çelik Adam diyorlar…’’ diyerek devam edip ‘’bir kurşundan daha hızlı, bir lokomotiften daha güçlü, bir sıçrayışta yüksek binaların üstünden sıçrar’’ şeklinde özetleyebileceğimiz o klasik girişi yapıyor. Hikaye içinde de klasik tabirlerin bu kadarla sınırlı kalmadığını görüyoruz. Ayrıca Superman’in gücü hakkında en temel bilgilere de sahip olabileceğimiz şekilde düzenlenen hikayede, örneğin Clark’ın trenden hızlı koştuğu ya da uçsuz tarlada babasına sarıldığı kısımlar Christopher Reeve’in oynadığı ilk Superman filmine bir gönderme. Fakat bu hikayenin farklı bir yönü daha var, kendisini başka bir orijin hikayesiyle bağlayan bir yön ve o hikaye de The Man of Steel. Bu bağlantılar da elbette göndermelerle yapılıyor. İlk gönderme ilk sayıda gerçekleşen Superman’in Lna Lang’e süper güçlerini itiraf etmesi, ikincisi ikinci sayıda gerçekleşen Superman’in elbisesini annesinin diktiğini söylemesi ve Smallville’de Pete Ross ile Clark Kent kafede oturduklarında arkada çerçevelenmiş ‘’Superman Stops Magpie!’’ gazete sayfasının görülmesi, üçüncüsü de üçüncü sayıda tutuklanması ve tutuklanırken kendisine verilen mahkum numarasının aynı oluşu ve son olarak da Clark’ın son sayıyı Smallville’de geçirmesi. Tabii Lex Luthor için tercih edilen karakter görünüşü, yine Lex Luthor’un yeşil-mor zırhlı özel askerleri de bir diğer göndermeler. Anlayacağınız bu Superman for All Seasons hikayesi, The Man of Steel ile kesinlikle paralel giden bir hikaye.
Peki mevsimleri nasıl yorumlamalıyız? Esasında bu hepsi de birbirinden ayrı fikirler sunabileceğimiz bir kısım. Hikayenin karakterlere bölünerek anlatıldığını yukarda söylemiştik, buna göre sayı sayı incelemeye başlayalım. İlkbaharın insan aklında oluşturduğu ilk düşünce doğanın canlanışı, canlanmak, yeni bir başlangıçtır. Jonathan ve Martha Kent için de –özellikle sayının sonunu baz alırsak- oğulları Clark Kent’in eskisi gibi yanlarında olmadan bir hayatın başlangıcı olarak kabul edilebilir. Yaz ise genellikle iyi olan, iyiye giden her şey olarak düşünülebilir, duyguların coşkunlaşması ve var olanın daha da gelişip serpilmesi olarak kabul edilebilir. Bu mevsimin anlatıcısı ise Lois Lane ve belki de dört sayı içindeki en sevinçli, en coşkun anlatıcıdır, ayrıca duygusal olarak da en coşkulu karakterdir, kısacası aşıktır. Sonbahar ise artık doğanın canlılığını yavaşça kaybetmesi, coşkunluğun giderek azalışı ve çeşitli olumsuz düşüncelerin akla gelişidir, ölümü hatırlatır. Anlatıcısının Lex Luthor olması ise belki bu yüzden kaçınılmazdır, kendi kaybedişini kendi ağzıyla anlatır. Kış ise tam anlamıyla durgunluk, tam anlamıyla olumsuzluk olarak görülebilir. Anlatıcısı Lana Lang ise hikaye boyu Clark Kent için kurduğu hayallerin nasıl yok olup gittiğini dinliyoruz, daha doğrusu tüm hayallerini Clark Kent ile birliktelik üzerine kurduğundan bütün hayatını sil baştan planlamak zorunda kaldığını görüyoruz. Böylelikle anlatıcılar için tercih edilen mevsimlerin dört karakterle de uyumlu anlatıldığı ve yansıtıldığını söylemek mümkün.

Yine biliyoruz ki bu bir Superman orijini. Peki mevsimleri Superman açısından nasıl yorumlayabiliriz? Başka bir soru sorarak başlayabiliriz; neden ilkbahar mevsiminden başlıyoruz hikayeye? Yukarıda dediğimiz gibi, ilkbahar doğmak, canlanmak, yeni bir başlangıcı temsil eder; bu açıdan da Superman hikayesinin doğuşudur, yazdaysa Superman artık bir efsane olmuştur ve ününün doruğundadır, sonbaharda da bu efsanenin düşüşünü görürüz ve kış sayısının belli bir kısmında Superman efsanesi en azından Clark için ölmüştür. Ancak Smallville’de başlayan efsane yine Smallville’de tekrar canlanır, Clark Kent her ikileme düştüğünde kendisini Smallville’de bulacaktır ancak son sayıda Metropolis’e artık kararlı bir dönüş yapar. Fakat apayrı bir bakış açısı getirelim. Dört sayı boyunca öyle veya böyle bir karakteri daha sürekli görürüz; Lex Luthor. Ve Lex Luthor için yorum getirecek olursak, kendisinin Superman’e karşı nefretinin doğuşu ilkbahardır, yazda yaşanan olaylar nedeniyle bu nefret doruğa çıkar, sonbaharda ise Superman’i yendiğini düşünür çünkü kaleyi içten yıkmıştır, Superman efsanesini bitirdiğini düşündüğü için de daha dingindir, kış hikayesinin sonlarına kadar da bu böyle sürer. Ama hepimizin de bildiği gibi, kışın ertesi her zaman ilkbahardır.
Bu bir döngüdür. Mevsimlerin tercih edilişindeki sebep belki de budur, döngüyü vurgulamak ve bizi bir başka noktaya taşımak. Superman’den bahsedildiğinde bir şekilde varacağımız nokta Nietzsche’dir ve bu hikayedeyse bengi dönüş ile bu filozof tekrar karşımıza çıkar. Nedir bengi dönüş? Sonsuz tekerrür, ebedi dönüş olarak da adlandırabileceğimiz bu terim alında bizlere hayatın bir döngü olduğunu vurgular, aslında insanların bugün yaşadıklarının geçmişte de yaşanmış olduğunu hatta örnekle açıklamak gerekirse geçmişte de savaşların olduğunu, bugün de savaşların devam ettiğini ve gelecekte de savaşların devam edeceğini savunur Nietzsche ve tabii ki örnekler iyi veya kötü çoğaltılabilir. Yani aslında bugün insanoğlunun yaşadıkları bugüne has değildir, önceden de yaşanmıştır ve gelecekte de yaşanacaktır, döngüden kasıt budur. Biz bu hikayeyi okurken Superman-Lex Luthor karşılaşmasının her zaman olduğunu ve olmaya devam edeceğini biliriz, aslında bu da çizgi roman dünyasının bir bengi dönüşüdür, Superman ve Lex Luthor hep karşı karşıya gelecek ve gerçek hayatta da tıpkı bizden öncekilerin yaptığı ve bizden sonrakilerin de yapacağı gibi okumaya devam edeceğiz. Aslında sadece mevsimlerle değil, daha ilk sayıdan Jonathan Kent –dolayısıyla Jeph Loeb- fazlasıyla ipucu verir kullanılabilmesi için. İlk örneğinde toprağı ekmek üzerinden ‘’Ekimle ilgili en komik olay da, bir tarlayı ne kadar sürerseniz sürün… Hep daha önce orada olan ama fark edemediğiniz bir kayaya rastlarsınız’’ der ve ilerleyen kısımlarda Clark ile vedalaşmadan önce ‘’Martha ve ben görevimizi yapmıştık… Onu iyi yetiştirdik… Ve bunun benim için tek anlamı… Tek oğlumun bana veda edecek yaşa gelmesiydi’’ diyerek aslında bazı şeylerin hem kendi hayatında hem de genel olarak sürekli tekrar ettiğini vurgular. Yine aynı veda sahnesinde Clark ‘’Manzaraya bakmaktan sıkılmıyor musun?’’ der, Jonathan ise ‘’Hayır. Hiç sıkılmadım. Sanırım hiç de sıkılmayacağım’’ der ve sahne biter. Orada kastedilenin doğrudan manzara olduğunu da düşünebilirsiniz, ancak Jonathan Kent’in döngüden bahsettiği bir esnada bu diyalogun geçiyor olması gayet anlamlıdır, çünkü tek başına bengi dönüşü fark etmek en azından Nietzsche için bir anlam ifade etmez, bu bengi dönüşün olumlanması gerekir, bunu kabul etmek ve sevmek gerekir. Yani bengi dönüş, amor fati ile tamamlanırsa bir kişinin yaptığı bir anlam kazanır.
Amor fati kısaca kader sevgisi olarak adlandırılabilir. Döngünün farkına varan kişi ancak bunu olumlarsa özgür olacaktır. Bu döngüden hoşlanmayabilir, bu döngünün karşısında da durmaya çalışıp savaşabilir ancak her şeyden önce döngüyü olumlaması ve döngünün onu karşı karşıya bırakacağı şeyleri kabullenmiş olması gerekir, Nietzsche için özgürlük ve mutluluğun anahtarı budur. İşte ilk sayıda Jonathan Kent tam da bu örneği oluşturur, hayatındaki pek çok şey özellikle de Smallville gibi bir kasabada yaşadığı için sürekli bir tekrar halindedir, ancak bu tekrar ediş halinden hiçbir zaman şikayet etmez aksine bunu belki de haddinden fazla kabullenmiştir. Hatta Jeph Loeb ilk üç sayı boyunca Smallville’de geçen her anda bizlere sürekli aynı kişileri ve kişiler arasındaki benzer muhabbetleri göstermektedir, bu bilinçli bir tercihtir çünkü bengi dönüş ile kaderini sevmek hakkında verilebilecek en iyi örnekler Smallville’dedir. Fakat ilk sayıdan Clark bir başkaldırı gerçekleştirir, uçmayı öğrendikten sonra aklında bir düşünce belirir; ‘’Daha fazlasını yapabilirdim.’’

Clark Kent yine ilk üç sayı içerisinde melankolik diyemesek bile fazlasıyla düşüncelidir ve özellikle iki kez bu okuyucuya hissettirilir, iki sahnede de belki en rahat olması gerektiği zamandır, yatağındadır ancak tam aksine Clark düşüncelidir. Ancak son sayıda Clark’ı tekrar yatağında uzanırken buluruz ve babasına ‘’Baba… Her şeyi yapabileceğimi düşünmeye başlıyorum… Ve… Yapamayacağımı…’’ diyerek beklenmedik bir şeyi gerçekleştirir, rahatlamış şekilde uykuya dalar. Bu noktaya gelene kadar önce başkaldırır, sonra döngüyü fark eder ve kırmaya çalışır yani Lex Luthor ile mücadeleye girişir ve son olarak da bu döngüyü kıramayacağını kabul eder ve amor fatiye ulaşır. Çünkü o Superman olsa da olmasa da her zaman bir Lex Luthor olacaktır, bu sonu gelmeyecek bir savaştır. Smallville’ye döndüğünde önünde iki tercih vardır, ya seçtiği yoldan gidecek ve tercihinin getirdiği döngüyü kabul edecek ya da Smallville’de kalacak ve tıpkı babasının hayatı gibi olan bir döngüyü tercih edecektir. Tabii ki Clark, her şeyi yapabilen biri olarak Superman olmayı ve hiçbir şeyi yapamayan biri olarak Lex Luthor ile sonu gelmeyecek bu savaşı kabul eder ve son sayıda en azından Clark’ın hikayesi bu tercihle son bulur; ‘’İnsanlar bana Superman derler.’’
Son sayı aslında Clark Kent için değil tüm karakterlerin hikayesinin nihayete erdiği noktadır. Kaderini sevmek konusu pek çok biçimde yorumlanabilir, biz bu farklı yorumlamaları Pete Ross ve Lana Lang üzerinden görürüz. Pete Ross daha hikayenin başından beri Smallville hayatından memnun değildir, kendisine Lex Luthor’u örnek almakta ve tıpkı onun gibi bir hayata sahip olmayı dilemektedir. İlk iki sayıda Pete Ross böyleyken son sayıda değişmiştir, çünkü mükemmel ve Smallville standartlarını aşan o Lex Luthor’un suçlu olduğu bir önceki mevsimde yani sonbaharda ortaya çıkmıştır ve eğer kaderini sevmek gittiğin yolun olumlu yanı kadar olumsuz yanlarını da kabullenmekse muhtemelen Pete Ross bir suçlu olmak yerine Smallville’deki sıradan hayatını kabul etmiş ve memnun olmasa da şikayet etmeyi bırakmıştır. Lana Lang ise zaten son sayının anlatıcısı olarak ayrı bir yere sahip. Çünkü ilk sayıdan sonra Clark Kent ona güçlerini açıklayıp Metropolis yolunu tuttuktan sonra kendisi de deyim yerindeyse Smallville’den kaçarak bir reddediş örneği göstermiştir. Zaten sayı boyunca da sürekli umut ettiği şeyleri ve bunları artık kaybedişini, ulaşılmazlığını vurgular. Fakat sayının sonunda o da bir kırılma yaşayacak ve Clark Kent’in Superman olduğunu kabullenecektir çünkü ailesinin yetiştirme tarzının süper güçleri olmasa bile Clark Kent üzerinde çok etkisi vardır. Kısacası yazın gelişi ilkbahardan bellidir.
Mevsimler, döngü, Nietzsche bir araya geldiğinde dikkati çekecek olan bir başka şey de Lex Luthor’u sürekli şarap kadehiyle görüyor olmamız. Nietzsche ve şarap ne ifade ediyor olabilir ki? Elbette Nietzsche’nin üzerinde en çok durduğu tanrı Dionysos (diğer adı Bacchus) ve mitolojideki Bakkha kadınlarını… Dionysos, şarap tanrısı olarak bilinse de haz, eğlence, doğa, bereket, yıkım ve son olarak tragedya kavramlarıyla ismi en çok anılan tanrıdır. Detaylarına çok inmeyecek olsak bile doğumu badireli olmuş ve babası Zeus ile arasındaki ilişki hep inişli çıkışlı olmuştur. Kendisinden bahsedilen kaynaklarda iki özelliği ile vurgulanır, birinde oldukça barışçıldır ve sakindir ancak kızdırıldığında da akla gelmeyecek yıkımların da sorumlusudur. Ayrıca kendisi için yapılan ayinlerdeki aşırılık da ayrıca dikkat çeken husustur, Dionysos ile bilgilerin başlıca kaynağı olan Euripides’in Bakkhalar adlı tragedyasında da bununla karşılaşırız. En çok bilinen diğer bir özelliğiyse, sürekli ölmesi ve yeniden canlanmasıdır, kışın gelişiyle ölür ve yazın yeniden canlanır.

Jonathan Kent’in sürekli doğa ve doğadan örnekler veriyor oluşu; doğanın bereketi ile yıkıcı gücünün sürekli bize gösterilmesi ve Lex Luthor’un şarap kadehi… Üçüncü sayının başında Lex Luthor ‘’Tüm iyi aşk hikayelerinin öğeleri mevcut: İhanet, öfke, trajedi ve… İntikam.’’ diyerek aslında hikayenin hem olay örgüsünü hem de ikinci ipucunu verir; trajedi ya da tragedya. Tragedyalardan da biraz bahsedecek olursak, konu aldığı kişiler çok önemli tarihi kişiler ya da tanrılardır ve olaylar iyiden felakete doğru sürüklenir, çoğu zaman hak etmemiş olsa dahi kötü bir son kahramana reva görülür çünkü amaç ders vermektir. Ayrıca bu türün diğer adı ağlatı olarak geçer.
Peki tragedya ile Superman for All Seasons arasındaki ilişki sadece Lex Luthor’un ifade ettiği kadar mıdır? Bu hikayenin tragedya olmasını sağlayan noktalar nelerdir? Bakkhalar adlı tragedya ile benzerliği nedir? Dionysos karakteri kimi temsil eder ve tüm bunları Nietzsche’de tekrar buluşturan da nedir?
En başta ifade etmek gerekir ki, eğer ki tragedya kahramanlarına pek de iyi şeyleri reva görmüyorsa, Superman bir tragedya kahramanı olarak karşımıza çıkar çünkü Lex Luthor ona büyük bir ders verir, Superman’in hayatındaki belli şeyler iyiden kötüye doğru evrilerek ilerler, tragedyada koro ile karakterlerin ayrı işlevi vardır ve koro olaya müdahale etmekten çok dış ses ve olayları bağlama görevi görür diyebiliriz tıpkı bu hikayedeki dört anlatıcı gibi ve belki de en hak etmeyen karakter sırf Superman’e ders olsun diye öldürülür kısacası bir trajedide olabilecek temel noktalar ilk üç sayı boyunca okuyucuya sunulur. Fakat şarap kadehinin Lex Luthor’un elinde sürekli görülüyor olmasıyla birlikte baktığınızda akla ilk önce Dionysos’un gelmesi kaçınılmaz olur. Dionysos hakkındaki bilgileri de Euripides’in Bakkhalar eserinden elde ettiğimizi söylemiştik, yolumuz bu esere düştüğünde de yeni bir inceleme konusu ortaya çıkmış olur.
İlk önce çok kısa olacak şekilde Bakkhalar’dan bahsedelim. Eser ismini Bakkhalardan yani kendisine tapan ve Dionysos için gözü kapalı tüm vahşilikleri yapabilecek insanlardan alır, öyle ki bu kişiler zaman zaman hayvanları parçalamakta ve çiğ olarak yemektedirler bazen de çimleri uzanıp bağıra çağıra gökyüzüne bakmaktadırlar. Ancak esas konu Kral Pentheus ile Tanrı Dionysos’un mücadelesidir, güç mücadelesi ve iktidar savaşı şeklinde bile yorumlayabiliriz. Thebes kentinin (Türkçe’de Tebai) kralı olan Pentheus’un dedesi ise şehrin kurucusu ve ilk kralı olan Kral Cadmus’tur. Bir yabancı olarak şehre giren Dionysos ise sonradan kimliğini açık edecek ve Kral Pentheus ile mücadele edecektir. Tragedyanın bilindik sonlarını tekrardan anlatmaya gerek olmasa da en azından hikayenin sonunda Dionysos artık herkesin tanıdığı bir tanrı olacaktır. Mesela Lois Lane ikinci sayıda kardeşiyle kurduğu hayallerden bahsederken beyaz atlı prensten bahseder ve ‘’…Kimilerinin altın tacı vardı’’ dediği esnada Lex Luthor’un yüzü beliriverir, üçüncü sayıda Lex Luthor şehriyle arasındaki ilişkiyi aşk olarak betimler ve Metropolis’i bir kasabadan yarattığını vurgular. Yine üçüncü sayıda Lex Luthor başka bir adamla aldatıldığını düşünür, ki Kral Pentheus’un başına gelenler düşünülünce yaptığı vurgu daha anlaşılır olur. Ayrıca üçüncü sayıda Superman’in o an yaşadığı olayları tahmin ederken bir yandan alttan alta Superman’i kibirli olmakla itham etmesi de Dionysos’un kibriyle örtüşebilir çünkü tahminleri o an kehanet görevi görür gibidir, doğrudur. Bir diğer gönderme kabul edebileceğimiz konuysa Bakkhalar yani Dionysos’a tapan kişiler. Tabii ki orijinal eserdeki gibi olmasa da özellikle Lois Lane, Lana Lang ve diğer insanların yanında Dr. Jenny Vaughn karakteri kesinlikle Bakkhalar kadar abartılı bir karakter. Öyle ki evinin her yanında Superman ile ilgili gazete küpürleri ve yakılmış mumlarla beraber, Lex Luthor’un –gözlerini kapatmasını engelleyerek- sürekli Superman ile ilgili görsellerle ona yaptığı işkenceyi bile gülümseyerek kabul edecek kadar da aşırı bir karakter. Peki ya Bakkhalar’ın sonu? Türkçe’ye ‘’Tanrılar insanların bahtında türlü türlü gösterirler kudretini. Türlü hallere sokarlar bizi hiç beklenmedik, umduğumuz şeyler olmaz, ummadık hallere getirirler bizi. İşte bu dram da böyle bitti’’ şeklinde çevrilmiş –İngilizcesi için bir alternatif: The Fates have many guises and the gods bring about many things unexpected by mortals. Those things we expect do not necessarily happen. So ends this play.- olup, bu hikayede de son anlatıcı Lana Lang’in hayatındaki hiçbir şeyin beklediği gibi gitmediğini ve bundan da Clark Kent’i suçlamasa bile etkisini de reddetmediğini hatırlatmış olalım.
Thebes kentine gelen yabancı gibi Metropolis’e gelen yabancı temasını vurgulamak için Lex Luthor Superman’e güçlerinin kaynağını sorar; bu güçlerin kaynağı fiziksel midir, biyolojik mi yoksa doğada yabancı –alien in nature- mı? Dionysos, bu hikayede Superman’dir. Lex Luthor, Kral Pentheus’un bile yapamadığını başarmış ve Superman’in kibrini alt etmiş, özgüvenini de kırmıştır. Superman, Metropolis’i terk ederken salgından kendisinin sorumlu olmadığını biliyordur ancak tıpkı Dionysos gibidir, duygularıyla hareket eder. Peki Dionysos’un duygularıyla hareket ettiği çıkarımı yapan kişi kimdir? Tabii ki Nietzsche.
Dionysos, Nietzsche için oldukça önemlidir. Çünkü Nietzsche sanatı ikiye ayrıyır, Apolloncu ve Dionysosçu olarak ikiye ayrılan sanatın da en önemlisi olarak Dionysosçu sanatı kabul eder, çünkü Apolloncu sanat form ve biçimlere fazlasıyla önem vermektedir. Bu konu hakkında bu kadar konuşmak yeterli, ulaşmak istediğimiz kısım Nietzsche’nin Dionysos’a çok fazla önem verdiği ve karşısına Apollon’u çıkarmış olduğuydu. Ayrıca ekstra bir bilgi olarak paylaşmak gerekirse; Nietzsche, Dionysos hakkında fazlasıyla bilgi edindiğimiz Euripides’i pek sevmemektedir.
Apollon’u tanımak gerekirse; kendisi tıpkı Dionysos gibi Zeus’un oğludur. Ismiyle beraber pek çok kaynakta pek çok kavramla anılır; güneşin, ateşin, ışığın tanrısıdır, aynı zamanda birtakım kaynakta müzik ve şiirin (sanatın) tanrısı olarak da bahsedilir ve bunun yanı sıra ölçü, uyum, denge, güç ile iktidar, dayanıklılık, yakışıklılık, ciddiyet, cesaret, bilgi, akıl vb. birçok kavramla Apollon’un adı yanyana gelir. Ama öyle önemli iki özelliği vardır ki, bizim bu hikayede doğrudan karşılaştığımız iki özelliktir. Birinci özelliği, Apollon kehanetlerin tanrısıdır, ikincisi ise hekim tanrıdır yani istediği an salgın hastalıklar yayıp istediği an da bunları tedavi edebilir. Üçüncü sayıda bu ikisini de görürüz, Lex Luthor kendi elleriyle yaydığı hastalığı kendi elleriyle tedavi eder. Böylelikle bir mitolojik karakter daha hikayemize girmiş olur. Bakkhalar’da bahsedilen Kral Penthus, Dionysos’un kuzenidir, Apollon ise Dionysos’un kardeşidir, bu iki bilgi önemlidir çünkü Superman-Lex Luthor ikilisinden hangisinin üstün insan olduğu konusuna özellikle Apollon üzerinden bir cevap verir Jeph Loeb.
Anlayacağınız, hem Apollon hem Dionysos da yapıcı olabildiği kadar yıkıcıdırlar. Nietzsche tarafından karşı karşıya getirilen bu iki mitolojik kardeş, Superman for All Seasons hikayesinde de karşı karşıya gelirler. Ancak gelin görün ki, bu hikayede bu iki kardeş –belki iki üstün insan- tek bir potada eritilir, Lex Luthor da kibirlidir Superman de, güç ve iktidar Lex Luthor’da olabilir ancak Apollon’u simgeleyen vücut mükemmelliği, yakışıklılık, cesaret de Superman’de gözlemlenir, bilgi ve akıl Lex Luthor’un özelliğiyken dayanıklılık Superman’indir, Dionysos’un Bakkha kadınları ilk başta Superman için dikkate değer husus olsa da Lex Luthor’un yardımcılarının kadın olduğu da öteki fark edilen husustur yine Dionysos’un bereketi Lex Luthor’da ortaya çıkar. Buradan şu sonuç çıkar; Superman ağırlıklı olarak Dionysos ve Lex Luthor ağırlıklı olarak Apollon’dur bu hikayede ancak çoğu noktada tek potada eritilmesi de Jeph Loeb’in üstün insan cevabına bizi ulaştırır; her ikisi de üstün insandır. Superman, Lex Luthor’u hapise attırarak kibrini ve özgüvenini kırmış ama Lex Luthor da buna karşılık vermiştir, Superman uçarak Metropolis semasına hakim olabilir ama Lex Luthor da kendi binasındaki ofisinde tüm Metropolis’e hakim bir yükseklikten bakar. Lex Luthor bu yüzden bu hikayede Superman her uçtuğunda doğrudan ofisinden görebilir, ne yüksekten ne alçaktan.

Bir başka gönderme de yine tiyatrodan. Robert Bolt’un A Man for All Seasons oyunu, yukarıda anlatılanlarla da ilişkili bir trajedi örneğidir. Ütopya eserinin yazarı Thomas More’un hayatının olabileceği en yüksek noktasından
başlayarak son anlarına kadarki kesidini anlatan bu tiyatro oyunu 1966 yılında filme uyarlanmış ve altı dalda Oscar da kazanmıştır. Hikayede VIII. Henry ile Thomas More üzerinden yapılan pek çok tartışma var, ancak Superman-Lex Luthor ilişkisi açısından bakacak olursak, iki hikayede de karakterler örtüşmektedir; Lex Luthor, VIII. Henry karakteriyle ve de Superman de Thomas More ile. VIII. Henry, kendi kişisel konuları için hukukun ve tüm düzenin altından girip üstünden çıkarken, Thomas More ise bu yapılanın karşısında durabildiği kadar duran ve hukukun üstünlüğünü sonuna dek savunan, yolundan da dönmeyen bir karakterdir. Bir noktadan sonra da VIII. Henry, her şeyi elde etmiş ve düzeni kendi lehine değiştirmiş olmasına rağmen Thomas More’u takıntı haline getirip, yalan suçlamalar ve yalancı tanıklarla onun sonunu hazırlar. Thomas More ise hikaye boyunca karşımıza ideal insan olarak çıkar, karakter adım adım yüceltilir. Filmin başından itibaren kralın istediklerini yapmayanlar ve hatta söylemeyenler hain ilan edilirken, Thomas More ihanet suçlamasıyla yargılanır, VIII. Henry ise gücünden sual olunmaz ve her istediğini başarmış bir kral olur. Superman for All Seasons hikayesinde tekrardan ikinci sayıya dönelim, ‘’…Kimilerinin altın tacı vardı’’ diyen Lois Lane ve üçüncü sayının başında ‘’Bu bir aşk hikayesidir’’ ve ‘’Tüm iyi aşk hikayelerinin öğeleri mevcut: İhanet, öfke, trajedi… İntikam’’ diyen Lex Luthor. Aslında A Man for All Seasons’a baktığımızda VIII. Henry için gerçekten bu bir aşk hikayesidir, Anna Boleyn ile evlenmek için gerçekleştirdiği mücadele ve Thomas More’un –dönemin- hukukunu öne sürerek gerçekleştirdiği bireysel direnişi de buna gölge düşürmektedir. Sonucunda da Lex Luthor’un dediği gibi intikam vardır, Kral nasıl ki isteklerine karşı gelinmesini ihanet olarak adlandırıyorsa Lex Luthor da öyledir, Thomas More’dan nasıl ki intikam alındıysa üçüncü sayının sonunda da Lex Luthor da Superman’den intikamını alır. Fakat Thomas More kaybetmiş midir? Aksine, bir efsane olarak ismi bugün bile bilinen bir insan olmuştur. Üçüncü sayının ortalarında Lex Luthor’un ‘’Doğruluk. Adalet. Ve Amerikan Yolu.’’ diyerek hem Superman’ın geçmişine göndermede bulunurken hem de sayının geneline yayılmış –Lex Luthor’un intikam hikayesi- adil olan-adalet temasında tıpkı kral gibi adil olanın kendi tarafı olduğunu düşünmesine de bir atıf teşkil eder. Sayının sonlarında Lex Luthor’un söylediği hiçbir söze –kendisinin haklı olduğunu bildiği halde- Superman’in hiçbir karşılık vermemesi ve sessiz kalması da, film boyunca Thomas More’un sessiz kalmasına benzer. Anlayacağınız, Superman for All Seasons adı A Man for All Seasons’tan esinlenilmiştir, hikaye de belli noktalarda örtüşmektedir.
Bitirirken, Superman for All Seasons hikayesi Japonya’da verilen Gaiman Ödülleri’nde 2013 yılında üçüncü olmuştur. Bunun haricinde Jeph Loeb gerçekten okunmaya değer bir hikaye çıkarmış, bu bir gerçek ancak çizimler kesinlikle hikayenin gerisinde kalmıyor aksine anlatılan hikayeyi tamamlayan bir özelliğe sahip. Sanat olarak çizgi romanın ne olduğuna dair ana-akım çizgi romanda bulunabilecek nadir örneklerden diyebiliriz. Hikayenin ve karakterlerin mitolojiden uyarlanmış olması, felsefe açısından Nietzsche’ye sırtını dayaması ise bir diğer artısı. Bir yandan Superman’in tarihinden yapılan göndermeler, bir yanından paralel gittiği bir diğer hikaye, Euripides’in yukarda bahsettiğimiz eseri ve diğer mitolojik unsurlarla beraber, Nietzsche’nin felsefesini içinde barındırması hikayenin dolu dolu olmasını sağlıyor. Ayrıca bir yandan farklı anlatıcılar kendi ağızlarından hikayelerini anlatırken diğer yanda diyaloglar ve olaylarla iki hikayenin bir arada uyumla anlatılıyor oluşu da başka bir özelliği. Ancak en başta uyarmakta fayda var, bu hikayede yok olan bir Kripton, tarlaya düşen bir roketi görmüyoruz, Jor-el ile de hiç tanışmıyoruz. Bu hikayede sadece Clark Kent ve onun küçük dünyası var ancak bu Superman’in orijinini öğrenmek için bu hikayeyi okuyacaklara kesinlikle engel değil. Ama unutmayın, bu ne kadar Superman’in hikayesiyse bir o kadar da Lex Luthor’un hikayesi.