Okuduğumuz, izlediğimiz ve dinlediğimiz birçok kahramanlık hikayesinde söz konusu kahramanımız sürekli olarak bir şeyler peşindedir ve bu kovalamaca içinde sürekli olarak kahramanca hareketler sergilemektedir, değil mi? Kendinizi hiç kahramanınızın hareketlerini sorgularken buluyor musunuz? Bir kişinin ya da daha geniş sınırlarıyla veya daha basit ifadeleriyle bir şeyin sadece iyi ya da sadece kötü olması sizi tatmin eder miydi? Kahramanlarımızın bizi hayal kırıklığına uğratmasını hiç istemeyiz. İstemeyiz sanırım… Yeni bir Legion bölüm incelemesi ile bir kez daha karşınızdayız. Evet, spoiler içeren bir yazı olacak bu.
Başlı başına John Hamm sağolsun, bölüm için yeterli olacak felsefi soruyu kafalarımızda canlandırabiliyoruz her bölüm. Ancak bu bölüm içinde sınırları biraz zorlamak istemiş yazarlarımız ve benim de en sevdiğim işte tam olarak böylesi bir bölüm. İlk olarak önceliğimiz dizinin açılış sahnesi olacak. Çok garip bir olgunun kurgulanmış bir hikaye içinde bize anlatılışını izliyoruz burada. Kısaca stres sonucu gelişen bir kas spazmı rahatsızlığının bir grup içinde yayılmasını anlatıyor bize. “Mass hysteria” olarak adlandırılan ve kitlesel histeri olarak çevirebileceğimiz bir rahatsızlık olarak anlatılan bu durum verilen örneklerde de olduğu gibi gerçekten yaşanan bir durum. En bilineni olan “dans vebası” ise 1518’de bir kadının sokakta aniden dans etmeye başlaması ile başlıyor. Haftalar içinde onlarcası da ona katılıyor ve salgının en zirvede olduğu anlarda sayısı 400 civarı kişiye ulaşan bir insan topluluğu, hiçbir belirgin neden olmadan sürekli olarak dans ediyorlar. Haftalar süren salgında bazı insanlar aşırı yorgunluktan hayatlarını bile kaybediyorlar ve doktorlar bu konuda hiçbir tedavi bulamıyor.
Bu bulaşıcı ruhsal bozukluk açıklaması dizimiz için önemli bir yere sahip çünkü bizzat gözümüzün önünde böyle bir rahatsızlık ile karşı karşıyayız ve sonunda sebebini ve adını biliyoruz. Farouk’un ölümünden sonra Mi-Go tarikatına verilen cesedi, keşişler tarafından manastırlarının altına gömülüyor ve kısa zaman sonra da kısa aralıklarla sürekli devam eden gürültülü bir ses keşişleri yavaşça delirtiyor ve kendi içlerinde dişlerinin titreyip bedenlerinin donakalmasına sebep olan bir rahatsızlığın başlamasına sebep oluyor. Stres kaynaklı olması da, John Hamm’in bize anlattığı kurgu ile bağdaşmış bir şekilde duruyor önümüzde. Ve bu rahatsızlık ile anlatılmak istenen sadece dizinin kurgusundaki diş titretme salgınının sebebini açıklamak üzerine kurulu değil bence. Bölüm başında söylenenleri hatırlayalım; “Beynin kendi gerçekliğini yaratma gücü vardır.” John Hamm’in anlatısında bu durum beynin stresi bir hastalık olarak görüp buna karşı kendisinin tik gibi hastalık belirtileri oluşturması üzerinden anlatılıyor. Yani hastalık fikri gerçekten bir bozukluğa dönüşüyor. “Eğer hastalık fikri hastalık olabiliyorsa, gerçekte başka ne tür şeyler bir bozukluk olabilir?”
Oldukça karışmaya başladığını hissedebiliyorum. Sanırım dizi bize anlattığı şeylerin sorgulanmasını ya da karakterlerin bu yola başvurması gerektiğini göstermeye çalışıyor. Çünkü Farouk’tan etkilenmiş bir biçimde artık iki kız arkadaşını kurtarmaya çalıştığı düşüncesi içindeki David’e bakarsak gelecekteki Syd’e güvenmek çok da doğru bir hareket olmayabilir. Henüz gelecekte tam olarak neler olduğuna dair çok az ve kısıtlı bilgiye sahipken bu şekilde düşünmek biraz iyimser bir bakış açısı gibi gözüküyor. Ancak bu noktada bu kısmı dizinin ilerleyişine göre cevaplamayı sürdürerek değinmek istediğim bir sonraki noktaya geçmek istiyorum. Farouk ve David’in havuz kenarındaki konuşması. Charles Xavier’ımızın “beyaz kurtarıcı kompleksi” hakkındaki sözleri beni inceleme başında sizlere aktardığım soruları düşünmeye itti. Dizinin çizgi romanlara göre ilerlediğini pek söylemeyiz ve bu bilgi ışığında Farouk ve Xavier ilişkisi hakkındaki öğrenmemiz gereken çok şey olduğu kesin. Şeytanı karizmatik göstermek ve onun bakış açısını sevdirmek aslında serilerin kötü karakterleri için artık popüler bir seçenek ama kahramanı sorgulatmak her zaman karşımıza çıkan bir şey değil.
Havuz kenarı konuşmasının bir başka ilginç kısmı ise David’in bakış açısındaki Syd kavramını ikileştirmek üzerine kurulu. Bunu David’in, kalan son keşiş ile konuşmasında kurtarması gereken iki kız arkadaşı ifadesinde görebiliyoruz ancak Farouk’un bakış açısı bu kurtarma sürecinin en sonu, bu ikiliden birinin seçilmesine dönebilecekmiş gibi. Gelecek Syd’e ya da şimdiki Syd’e karşı oluşacak bir güven problemi de bu seçim işleminin seyrini aniden değiştirebilirmiş gibi duruyor. Nitekim anlatılmaya çalışıldığı gibi kesin yargılara varmamak gerekiyor aksiyonların gelecek üzerindeki etkisine. Bir sonraki bölümde geriye kalan Division 3’nin akıbetine ve Cary ile Kerry gizeminin derinlerine bakacağız sanırım. Salgına yakalanmış Syd unsurunu da gözden kaçırmamak gerekiyor. Onun aklında karşılaşacağımız “labirent” beni oldukça meraklandırıyor. Umarım Melanie labirenti kadar eğlenceli bir arkaplana sahiptir. Haftaya kadar düşünmeye ve farklı bakış açıları edinmeye devam edin.