
Aquaman ülkemizde de nihayet vizyona girdi ve benim hiç beklemediğim şekilde diğer DC sinematik evreni filmleri gibi bu da ortada kalmış duruyor. Herkes tarafından sevilen bir DC filmi bulmak oldukça zor. Man of Steel bu konuda en büyük aday. Benim favorim Wonder Woman ama onun da sevmeyeni bolca var. Ya bu DC tayfayı anlamak mümkün değil gerçekten, ya izledikleri her filmde Dark Knight kalitesi arıyorlar, ya da hangi beklentilerle filme gideceklerini bilmiyorlar. Böyle olmayanlar da var ama olanlar da hiç az değil. Ben Aquaman’i Salı günü izledim, spoiler’sız incelemede filme bayıldığımı da anlattım. Hatta baya eminim filmin iyi olduğundan. Beğenmeyenlerin yorumlarına baktım, sanki filmi gömmek için izlemişler gibi. Takıldıkları çok ufak detaylar var. Jason Momoa’nın kaşında niye çizik var diye takılacaklar abi neredeyse.
Ben en baştan söylüyorum: bu film 10 üzerinden 7.5 çok rahat alır. 8 vermek size kalmış. Bir kere son yıllarda çıkan en yüksek tempolu süper kahraman filmlerinden biri. 4-3 biten Manchester United – Real Madrid şampiyonlar ligi maçı gibi. Aksiyon hiç durmuyor. Görsel efektler ve aksiyon sahneleri harika. Özellikle kamera geçişleri az olan, tek çekim gibi duran ama tek çekim olmadığını bildiğiniz inanılmaz başarılı aksiyon sahneleri var. Efektler ve aksiyon şu ana kadar DC sinematik evreninin en başarılısı.
Bunun dışında Arthur Curry ve Mera’nın karakterizasyonlarına, ama özellikle Arthur’un karakter gelişimine büyük övgülerim var. Çünkü Aquaman’i izlemeden önce, Arthur Curry benim için Justice League’de alkolik amca cosplay’i yapan biriydi ve filmde kesinlikle ciddiye alamamıştım. Aquaman’i izledikten sonra Arthur benim için hem en eğlenceli Justice League üyesi oldu, hem de DC sinematik evreninde en sevdiğim üç karakterden biri oldu. İlki Wonder Woman, ikincisi de Batman.
Aquaman Arthur’u o umursamaz tipleme olmaktan aldı, Atlantis’in binlerce yıldır beklediği büyük kral yaptı. Ama bir tanesi bu konu hakkında olmak üzere benim filme dair iki tane eleştirim var. İlki Arthur’un çok pasif bir karakter olması. Black Panther’da T’Challa, Ant-Man and the Wasp’ta da Scott Lang böyleydi, yan karakterler tarafından yönlendiriliyorlar ve filmin hikayesini etkileyen hiçbir kararları yok. Aslında filmin gerçek kahramanları Mera ve Vulko. Arthur’un kral olmasını Mera ve Vulko sağladı. Planı Vulko yaptı, planın uygulamasını da Mera. Arthur’un elinden tutup kral yapmışlar gibi oldu biraz. Ama bu durumun filmi kötü yönde etkilememesini sağlayan şey Arthur’un azmi ve hırsıydı bence. Başlarda tripli ergen çocukları gibi öfleyip püfledi ama kral olmayı ve Atlantis’i kurtarmayı gerçekten de istiyor gibiydi. Özellikle Jason Momoa son yılların en iyi süper kahraman performanslarından birini ortaya koymuş. Bana çok içten ve samimi geldi. Adam kendini izletmeyi ve seyircinin ilgisini çekmeyi başarıyor gerçekten.
Aynı şekilde Amber Heard de öyle. Hani o kadar güzel ki bir kere ekrana gelince ilginizi kaybetmeniz mümkün değil. Ayrıca Jason Momoa’yla uyumları da müthiş. Arthur ve Mera dinamiği Clark ve Lois’i geçer, Diana ve Steve’le ölümüne kapışır. Mera’nın filmdeki rolünden demin bahsettim. Arthur’a göre çok daha aktif. Ama filmi izleyince… o kadar da batmıyor bu. Çünkü Arthur ve Mera’yı beraber izlemek müthiş keyifli, Arthur ve Mera’nın birbirine sürekli laf atması çok eğlenceli, Mera’nın yüzey dünyası hakkında ön yargılı olup, Arthur’un onu ikna etmeye çalışmasını izlemek acayip zevkli. Kısaca Arthur ve Mera birbirini tamamlayan ve izlemesi çok zevkli olan bir ikili.
Arthur’un pasif olması dışındaki eleştirim filmin acayip tahmin edilebilir olması. Fragman incelemesi videosunda anlatmıştım filmde neler olabileceğini, aynısı çıktı. Klişe de denebilir buna, itirazım olmaz. Ama bu klişeliği kapattığı çok iyi artıları var. Yan karakterler, baş kötü, yan kötü, aksiyon ve efektler gibi. Hani nereye gittiğinizi bildiğiniz bir yolculuk gibi. Nereden başlıyorsunuz, yolda nerelerden geçeceksiniz, nerelerde mola vereceksiniz ve nereye varacaksınız. Bunların hepsi belli, klişe şeyler ama yolculuğu eğlenceli kılan şey izlediğiniz bir film, dinlediğiniz bir albüm veya yol boyunca okuduğunuz bir kitap ya da muhabbet ettiğiniz bir arkadaşınız. Anlatabilmişimdir umarım. Aquaman inanılmaz orijinal bir senaryoya sahip değil ama filmi izleyeni eğlendirmeyi ve ilgisini kaybetmemeyi çok iyi başarıyor.

Ayrıca film geçtiği dünyayı yani Atlantis’i ve mitolojisini seyirciye anlatmakta çok başarılı. İlk Thor filmi Asgard’ı anlatma konusunda çok kötüydü, Black Panther Wakanda’yı anlatmada başarılıydı. Aquaman’i izlerken de kafanızda Atlantis’in nasıl bir yer olduğu, Atlantislilerin nasıl yaşadığı falan çok güzel şekilleniyor. Bu arada şimdi aklıma geldi filmin soundtrack albümü de çok başarılı değil. DC sinematik evrenini filmlerinin imza hareketlerinden biri soundtrack albümlerinin çok başarılı olması. Aquaman’i izledim, ve şu an müziğe dair hiçbir şey hatırlamıyorum. Sadece çok yersiz ve gereksiz gelen Pitbull şarkısı var kafamda. O kadar.
Son olarak da filmin acayip haklı olan baş kötüsü Orm’dan konuşalım. Çünkü adam haklı. Yüzyıllardır denizler kirletiliyor, deniz canlıları öldürülüyor, bütün çöpler denizlere dökülüyor. Bazı yerlerde o kadar birikmiş ki denizde oluşan çöp adaları var. Ben de Atlantis kralı olsam ben de yeter lan yıllardır otu boku denizlere attığınız o çöpleri alır sizin göt-
Neyse, tamam o kadar da haklı değilmiş. En azından Thanos gibi mantıklı bir sebebi yok, Orm’un bütün olayı intikam almak üzerine. Ama en azından canı sıkıldığı için dünyayı ele geçirmeye çalışan kötülerden değil. Anlaşılabilir sebepleri var. Ayrıca annesinin yüzeydeki biri için Atlantis’e dönmemesi ve Arthur için onları terk etmiş olması Orm’u insanlaştıran olaylardan biri ve Orm inanılmaz karizmatik. Benim Kış Askerinden beri izlediğim en karizmatik kötü. Kıyafetleri kostümü, kaskı, osu busu alev alev yanıyor gerçekten. Patrick Wilson da müthiş oynamış. Ayrıca hem Orm hem de Black Manta konusunda diğer filmlere açık kapı bırakmaları çok doğru karar.
Demem o ki Aquaman benden 7.5 puanı kaptı. Çok çok çok keyifli. Sinemada izlenmeyi hak ediyor.