Immortal Hulk #18
Immortal Hulk serisi başladığından beri muhteşem gidiyor ve her yeni sayıda kalitesini daha da yükseltiyor. Üstelik sadece ana akım çizgi romanlar içinde değil korku türünde de muazzam bir örnek oluşturmaya başladı. Alan Moore’un Saga of the Swamp Thing’inden aldığım tadı alıyorum ben bu seride. Okumayanlar için belirteyim, Hulk’un 70li yıllarda kullandığı Gri Hulk imajı ve onun insansı karakteri Joe Fixit geri döndü. Kumarbaz, güvenilmez Fixit, direksiyonda Hulk varken bir şey yapamıyor tabii ki. Üstüne üstlük Abomination geri döndü, üstelik bu sefer ‘abomination’ kelimesinin hakkını verecek kadar iğrenç bir şekilde döndü. Hulk’un nihai planının insanoğlunun sonunu getirmek olduğunu öğrendik ve bunu da insanlığın iyiliği için yapacağını düşünüyor. Sonunun nereye varacağını merakla bekliyorum. Immortal Hulk da bu hafta 10 numara bir sayıyla öyküsüne devam etti. Sadece Abomination’ın içine Rick Jones’un cesedini koymaları bile bu haftanın Hulk’unu korkunç ötesi yapmaya yetiyor
Heroes in Crisis #9
Nihayet oldukça tuhaf bir event olan Heroes in Crisis finaline geldik. Serinin geneli fazlasıyla tuhaf bir şekilde ilerlemişti. Biliyorsunuz Sanctuary adında, süper kahramanların rehabilitasyon merkezi olarak kullandıkları bir yer vardı Batman ve Superman tarafından inşa edilen. Sanctuary, süper kahramanların suçlarını, korkularını, endişelerini itiraf edebilecekleri, içlerini dökebilecekleri ve bunların kimse tarafından öğrenilemeyeceği bir yerdi. Neyse, bu sanctuary patlamış ve Wally West ile Poison Ivy bu patlamada ölmüştü. Suçlular ise Harley Quinn ve Booster Gold’du. Son sayıya geldiğimizde, bunların hepsinin ailesini kaybetmenin acısını yaşayan Wally West’in intihar etme girişimleri olduğunu öğrendik. 9. sayı da olan biteni eski yerine koyup Poison Ivy’i diriltip, Wally’nin aslında ölmediğini gösteren bir sayı oldu. Tüm hikaye boyunca kahramanların itirafları dışında bir numarası olmadı maalesef serinin. Üstelik son sayılara doğru bu itiraflar iyice tuhaflaştı. Örneğin Hal Jordan’ın, “dürüst olalım, iradenin ne olduğunu bilmiyorum” itirafı fazlasıyla komikti, zira Hal Jordan, kendi iradesini canlandırıp bir güç yüzüğü dövebilen tek kişi evrendeki. Dolayısıyla Heroes in Crisis, kahramanların depresif hallerini net bir şekilde yansıtamadan biten havada bir seri olarak kalacak gözümde.
The Amazing Spider-Man #22
Dan Slott’un Spider-Man yazarlığını bırakmasından sonra taze fikirler, yeni cümleler okumak o kadar güzel ki. Nick Spencer, özellikle Kraven’ı yeniden başrole soktuğu The Hunted öyküsüyle o kadar güzel bir iş yaptı ki, ilerleyen yıllarda en iyi Kraven hikayelerinden birisi arasına sokacağımız bir macera kazandırdı bize. Kraven’ı, Grim Hunt’tan sonra zombi gibi görüp efsanesini yerle bir etmesini üzüntüyle izlemiştik. Dolayısıyla Hunted başladığında, Kraven’ın bir oğlu olduğunu öğrenmek de bir o kadar üzmüştü. Ama Kraven’ın birçok erkek çocuk yapıp bunları birbirlerini avlatmaya göndermesi ve sadece hepsini mağlup edeni oğlu olarak kabul etmesi tamı tamına Kraven’ın en mükemmel tasviriydi bana kalırsa. Hunted’ın final sayısında da Spider-Man’i Spider-Man yapan şeyin, onun imkanı olmasına rağmen öldürmemesi, en vahşiyi bile bağışlayabilmesi olduğunu anlayarak iç huzura kavuşmasını gördük. Hala, kendisini öldürecek olan şeyin Spider-Man olacağını söylüyordu, ama Spider-Man kostümü giyerek kendisini oğluna öldürtmesi benim kesinlikle beklemediğim bir şeydi. Kraven sonunda kendisine layık bir şekilde ölümü kucakladı. Tebrikler Spencer, aynen devam.
Superman Leviathan Rising Special
Aylardır Superman dergilerini kasıp kavuran Leviathan eventinin başlangıcına sonunda ulaştık. Leviathan’ın kim olduğunu hala bilmiyoruz. Batman Incorporated sayfalarından, Talia Al Ghul’un örgütü olduğunu bildiğimiz için Talia’nın bir ilişkisi olacağını biliyorduk ki öyle oldu. Ancak Talia sadece Leviathan’ın bir ortağıymış ve Superman’i yakalamak için Clark Kent’i yakalaması klasik Superman maceralarına yapılan güzel bir anmaydı bence. Lois Lane’den, Superman’in zayıf noktası olarak bahsedilmesi hep canımı sıkmıştır. Ancak bu sayıda, Lois’in kendi başına çok tehlikeli biri olduğu, elinin altında Dünya’nın en büyük yayın şirketlerinden birisinin baş köşesi olduğunu, bu gücünü kullanmaktan çekinmeyeceğini herkesin fark etmiş olması çok güzel bir şey bence. Clark Kent’i serbest bırakan da bizzat Leviathan oldu. Leviathan’ın Superman’le nasıl bir planı olduğunu henüz bilmiyoruz. Kimse bilmiyor. Yakında öğreneceğiz. Jimmy Olsen’ın bir otelde kan revan içinde kalmasını anlatan kısa hikaye de hoştu, ancak eski kırmızı fener, sevimli kedi Dex-Starr’ın dönmesi ve Jimmy’nin yeni kedisi olması beni daha çok merak ettiriyor. Sanırım Matt Fraction’ın yazdığı Superman’s Pal Jimmy Olsen serisine bir şans vereceğim. Ayrıca Bendis, Lois’i yazmayı sonunda becerdi, birkaç haftadır okuduğum kişinin Lois olup olmadığından emin değildim açıkçası. Bu durum düzelmiş. Bir de Jon’u tekrar çocuk haline getirirse eski hatalar telafi edilmiş olacak.
Detective Comics Annual #2
Peter Tomasi, Detective Comics’in başına geçtiğinden beri seriden büyük keyif alıyorum. Hatta karakterleri bu kadar iyi anladığı için Tom King sonrasında ana Batman serisinin başına geçmesini dört gözle bekliyorum. Geçtiğimiz haftalarda Arkham Knight karakteriyle savaşıyorduk. Aman akıllar karışmasın, bu Arkham Knight, oyunlardaki Arkham Knight ile aynı değil. Kendisi Jeremiah Arkham’ın, Joker, Two-Face ve diğer manyaklar arasında büyüttüğü, Batman’e öfkeyle yetişen kızından başkası değil. Ancak bu Annual serisinin konusu o değil. Batman’in ilk yıllarında, hani silah kullandığı ‘Year Two’ döneminde karşılaştığı Reaper karakteri baş kötümüz. Bruce, Reaper’ın öldüğünü biliyor ama birisi Avrupa’nın her yerinde Reaper’ın kostümüyle, suçluları öldürerek dolanıyor. Yalan yok, benim aklıma önce Phantasm geldi ve Tomasi’nin Mask of the Phantasm’ı böyle değiştirmesini kınayacaktım ki, Reaper’ın mirasını sürdüren kişinin oğlu olduğunu ve Batman Inc. tarzında bir organizasyon kurduğunu görünce işler değişti. Üstelik Batman Inc.’ın geri döneceğini bilmek beni fazlasıyla heyecanlandırıyor. Önümüzdeki Detective Comics sayısında Arkham Knight hikayesi bitecek ama sonrasında Reaper’ın kıtalar arası öyküsü şimdiden okuru içine çekmeyi başardı diyorum.
Batman: Last Knight on Earth #1
Scott Snyder’ın Batman’ine pek hayran olmadığımı her fırsatta söylüyorum, o yüzden açık konuşayım Last Knight on Earth’e çok ön yargılı yaklaşmıştım. Üstelik DC Metal’i de çok sevemeyen birisi olarak bu serinin tanıtım görselleri çok fazla iştahımı açmamıştı. Ama gelin görün ki beklediğimden çok fazlasını buldum bu sayıda. Sayı, Batman’in aslında Arkham’da yatan bir hasta olan ve küçükken ailesini öldürmüş Bruce Wayne olduğu, tüm Batman villainlarının, Arkham’daki doktorlar olduğu, Joker’in ise baş doktor olduğu hikayesi ile başlıyoruz. Yani anlayacağınız bir Alfred japon balığı, Robin tuzlukmuş hikayesi. Helal olsun Burak Aksak. Neyse, bu yüzden biraz klişe başlıyor sayı. Fakat daha sonra aslında karanlık bir gelecekte olduğumuzu, halkın, Lex Luthor’un teşvikiyle süper kahramanları kelimenin tam anlamıyla linç ettiğini ve daha sonra da Omega adında bir yapılanmanın her yerin kontrolünü ele geçirdiğini öğreniyoruz. Batman ise aslında kendi benliği değil, Bruce’un zamanında, kendisinin klonlarını yaratması için kurduğu bir makinenin son klonu. Elinde, Joker’in bir şekilde hala canlı ve neşeli kalan kellesiyle birlikte olan biteni çözmeye çalışıyor. Bence çok iyi başladı seri. New 52 Batman ekibi renklendirmesinden kaligrafisine kadar tam takım burada. Yani New52 Batman’ini seven de sevmeyen de bu seriyi sevecek.
Doomsday Clock #10
Gelelim haftanın son önemli sayısına. 2017 yılından beri Doomsday Clock’ta kağnı hızında ilerliyoruz. Her sayısında, önceki sayıda neler olduğunu hatırlamak için eski sayıları kurcalayarak okuma yapmak gerekiyor. Ama biliyor musunuz, değiyor kurcalamaya. Ve 10. sayıya gelmişken artık kendi adıma şunu söyleyebilirim ki Watchmen ancak bu kadar güzel bir şekilde DC evrenine entegre edilebilirdi. Geoff Johns ve Gary Frank kesinlikle hayatlarının en büyük eforunu sergiliyor. Eh sonuçta Watchmen’in mirası var arka planda. Bu sayıda sonunda Dr. Manhattan’ın motivasyonunu anlıyoruz, DC’nin sürekli reboot yapmasını resmen Canon hale getirmesine şahit oluyoruz ve hepsinden önemlisi resmen 35-40 sayfa boyunca Superman’in aslında DC evrenini bir arada tutan şey olduğunu ve onun verdiği umut sayesinde bu evrenin hala var olabildiğini anlıyor hem Manhattan hem de okur. Dolayısıyla serinin neden hep Superman görselleriyle tanıtıldığını sonunda daha net bir şekilde anlamış olduk. Üstelik Dr. Manhattan’ın da bu evreni anlayamadığı için bu evren üzerinde deneyler yaptığını, gerçekliğin bu yüzden silindiğini, Flashpoint’e bu yüzden müdahil olduğunu öğrendik ve Manhattan ilk defa bu sayıda, tüm bu merakının aslında kendisini bu öykünün kötü adamı yaptığının farkına varıyor. Kısacası Doomsday Clock beklettiğine değdi.
Şimdilik bu kadar, haftaya görüşmek üzere! Sizler de bu hafta okumuş olduğunuz sayılarla ilgili görüşlerinizi yorumlara bırakabilirsiniz!