SPOILER YOKTUR.
The Boys, son zamanlarda televizyon ve sinemaya da el atan Amazon’un, Dynamite Entertainment’tan haklarını aldığı bir çizgi roman uyarlaması. Muhtemelen bugüne kadar izlediğiniz en farklı süper kahraman işlerinden biri. Ton olarak Watchmen sınırlarında gezse de, daha samimi, daha içten, ve daha bizden bir hikayesi var.
Bunu tamamen karakterleriyle başarıyor. Çünkü The Boys kağıt üstünde bir süper kahraman dizisi gibi görünse de, aslında kesinlikle öyle değil. Bana göre dizinin en büyük farklılığı olan bu durum, ayrıca en büyük başarısı da. Bunun sebebi de hikayenin bir veya birkaç süper kahramanın bakış açısından anlatılmıyor oluşu. Merkezde süper güçlere sahip biri yok. Sıkıcı denebilecek normallikte birkaç insan var. Bu sıradan insanların bütün amacı, aslında süper kahramanlıkla hiç de alakası olmayan, tribünlere oynayan, ve tek derdi kazandıkları para ile itibarları olan birkaç süper güçlü insanın maskesini düşürmek.
Dizinin en güçlü yanlarından biri tam da burada devreye giriyor. Hikayede anlatılan dünya ve karakterler acayip gerçekçi. Hatta korkutucu derecede gerçekçi. Süper kahramanların gerçek olması durumunda toplumumuzda ve sistemimizde nasıl değişiklikler olabileceği çok güzel anlatılıyor. Yıllardır Marvel ve DC’nin anlattığı bir süper kahraman distopyası var, bu dizi o distopyanın üzerine basıp Watchmen seviyesine atıyor kendini.
Marvel ve DC’nin beyaz perdede anlatmaya çalıştıkları süper kahramanlar hep iyi niyetli ve iyi kalpliler. Sizi bilmem ama ben yıllardır iyilik manyağı kahramanlar izlemekten hafif sıkılmıştım. Öyle olmayanlar da filmlerin kötüsü oluyor zaten. The Boys’un burada ilaç gibi geldiği şey süper kahramanların her zaman iyi niyetli olmayabileceğini gösterebilmesi. Diziyi izlerken ”Süper kahramanlar gerçek olsa kesin bazıları böyle olurdu.” diye düşünmeden edemiyor insan. Kurumsal süper kahramanlık diyebiliriz belki buna. Süper kahramanlığı para kazanmak için, oyuncak satmak için, bağlı olduğu şirketlerin hisse değerlerini arttırmak için yapıyorlar, ama halkın gözünde bunu karşılıksız yapan, kendisinden önce masumları düşünen, etrafına umut ışığı saçan bir ilham kaynakları gibiler.
Dizinin anlatmaya çalıştığı dünyanın gerçekçi olmasından daha önemli bir şey var: Hikayenin mantıklı ve inandırıcı olması. Sonuçta indirmeye çalıştıkları düşmanda Superman, Wonder Woman ve The Flash güçlerinde karakterler var. Justice League ile kapışıyorlar kısaca. Sıradan birkaç elemanın, gezegenin en güçlü varlığı karşısında nasıl bir şansı olabilir ki? Hepsinin gölgesinde kalarak, radar altı takılarak, adım adım ilerleyerek bunu çok iyi başarıyorlar bence. The Boys’un bütün üyeleri bizden biri zaten. Hiçbir gücü olmayan birkaç sıradan insanın, süper kahramanlara akıllarını kullanarak kafa tutmasını izlemek acayip keyifli. Bizim elemanlar akıllı, ama düşman da çok akıllı, dizi birçok ters köşeyle dolu, ki böyle olması muhteşem bir şey.
Ekibin içindeki dinamikler ve karakterler arası etkileşimler de bütün sezonu çok daha izlenesi kılıyor. Çünkü ekip aslında birbirinden çok farklı olan insanları bir araya getirdiği için, seyirci illa ki kendisine yakın hissettiği birini bulabiliyor. Hayatını savaş ve kavgadan uzak geçiren de var, hayatını kavganın içinde geçiren de. The Boys’u izlemek eğlenceli falan da, düşmanı izlemek de acayip eğlenceli. Çünkü bugüne kadar hiç kendi çıkarlarını düşünen ve tribünlere oynayan bir süper kahraman izlemediğimiz için, bu karakterler aşırı ilgi çekici geldi bana. Özellikle Homelander’a Superman havası kazandırabilmeleri ve karakterin gücü sayesinde hafif korku elementleri de serpiştirebilmeleri çok iyi iş. Anlattıkları dünyanın gerçekçi olması, hikayenin mantıklı ve inandırıcı olması, ve seyircinin karakterleri sevmesi. Dizi adına çok önemli üç başarı. Müzikler de muazzam zaten, bu da dördüncü başarı.
The Boys, son yıllarda çıkan en iyi süper kahraman işlerinden biri. İlk sezonunu izlerken hiç bitmesin istedim. Gerçekten bu tarz yapımlara çok ihtiyaç var ve Amazon harika bir iş başarmış.