Bir Yönetmen 9 Film / Bölüm 1: Steven Spielberg

''Bütün iyi fikirler, kötü bir fikir olarak başlarlar.''

Küçük bir çocukken film çekmeye başladım ancak bir ara film yönetmeni olmayı neredeyse bırakacaktım. 16 yaşında falandım, “Arabistanlı Lawrence” adlı bir film gösterime girmişti ve herkes bu filmi konuşuyordu. Daha önce hiç havalı bir sinema koltuğunda oturmamıştım. Pahalı bilet fiyatı, 70 mm projeksiyon, stereofonik ses.

Film bittiğinde yönetmen olmayı daha da istemiyordum çünkü çıta çok yüksekteydi. Kılıcımsı bıçakta kendine baktığı bir sahne vardı. Cüppeyi ilk kez almıştı.K endini yalnız sanıyordu. Etrafa gülerek bakıyor, kumun üzerine izi düşen kendi gölgesindeki yarı saydam cüppeye bakıyordu. Harika bir ândı. Daha sonra, Türkleri geriye gitmeye sevk ettiklerinde onu kanlı hâlde görüyordunuz. Bıçağı, eskide kalan, zafer dolu günlerindeki gibi aynı pozisyonda tutuyordu. Kendine bakıyordu, dönüştüğü hâline. İlk kez bir film seyrettiğim zamandı bu… Anlatımlı hikaye temalarının olmadığını o zaman anlamıştım. Karaktere, kişiye dayalı temalar vardı. David Lean bir tasvir yaratmıştı. Resmi bir konu freskine çevirmişti, destansı bir aksiyona ancak “Arabistanlı Lawrence”ın özünde “Ben kimim?” sorusu yatıyor. Film çekmeye karşı çok derin bir hissiyatım olmuştu ve bir hafta sonra gidip yine izledim. Sonraki hafta gidip yine izledim. Sonraki hafta yine. O zaman anladım ki geri dönüş yoktu, tam olarak yapacağım şey buydu veya ölene kadar deneyecektim. Hayatımın sonuna kadar bunu yapacaktım.

sözleri ile ”Arabistanlı Lawrence” filmi sayesinde yönetmenlik hayatına nasıl başladığını şairane şekilde anlatan “Hallakiyet” ve “Mütehayyile” üzerine kurulu hayatı boyunca sinema tarihinde sayısız başarılı eserlerin altında imzası bulunmasının yanı sıra hala birçok sinemaseverin çocukluk kahramanı olarak yerini kimselere kaptırmayan sinemanın “dahi” “kibirli” ve “yaramaz” adamı Steven Spielberg…

Siz de takdir edersiniz ki ‘film çekmek’ sanılanın aksine şüphesiz dünyanın en zor işlerinden birisidir. Eğlenceli olduğu kadar bir hayli de zorlu olan bu eylem esnasında garip ve nahoş birtakım müsibetler ile karşılaşmak ise her yönetmenin başına gelmesi olası ve yazılı olmayan kuralıdır diyebiliriz. Spielberg de aynı şekilde bu yazılı olmayan kuralı çokça yaşamış olup bu sorunları kendi lehine kendine münhasır bir akılla çevirmeyi başarmış öncü yönetmelerden biridir.

Aslında iki yazıya böldüğüm bu dosyanın ilk bölümünde Steven Spielberg’in 9 nefis filmi ve arkasındaki ilginç hikayeleri anlatacağım.

JAWS (1975)

Spielberg’in “kendisini geleceğe taşıyan film” olarak nitelendirdiği film. Lakin ne var ki Steven Jaws’ın prodüksiyonuna başladığında şehirde ve LA Times’ta söylenen şey bunun Spielberg’in haddine olmadığı ve kendi adına hüsranla sonuçlanacağı idi. Çekimler başladıktan bir gün sonra aslında bunu kanıtlar nitelikte hadise yaşandı. Spielberg zaten bu film için göreve çekimler başladıktan 1 gün sonra alındı ve kendisinin oyunculara verecek ne senaryosu, ne de maket olarak başrol köpekbalığı vardı. Ortada oyuncular bile yoktu.

Spielberg’in filmi çekeceği stüdyo daha önce okyanusta bir film çekmemişti ama Spielberg okyanusta çekilmezse filmi çekmeyeceğini sıkça dile getirerek kararlı bir tavır alıyordu ki öyle de oldu. Stüdyo filmi açık denizde çekmeyi kabul etti. Ama bir sorun vardı; stüdyonun sahip olduğu bu tecrübesizlik kendilerini ve çekimleri bir hayli yavaşlatıyordu. Spielberg de bunun farkında olacak ki “bunun çocuk oyuncağı olmasını temenni ediyordum lakin gelgitler ve akım hakkında bir fikrimin olmadığını burada öğrendim. Umarım kovulmam.” cümlelerini kullanıyordu röportajlarında…

Filmin çekimlerinde ne yaptığını bilmeyen çok kişi vardı aslında, fakat bunlardan birinin de filmin yönetmeninin Spielberg’in olması pek rastlanır bir durum değildi ki Spielberg’e bir darbe de çekim başladıktan sonra yapmış oldukları “köpekbalığı maketinden” gelmişti. Artık köpekbalığı kullanılarak başlanılan çekimlerin ilk gününde köpekbalığı maalesef suda yüzmek yerine batıyordu. Bu nahoş vaziyeti normal bir yönetmen yaşamış olsaydı “yeniden inşa etmek” ifadesini kullanırdı büyük ihtimal, lakin köpekbalığının yeniden yapımı 3-4 haftalık bir kayıp demekti.  Spielberg’in aklında ise köpekbalığı maketini kullanmadan köpekbalığını oynatma fikri vardı.

Filmin çekimlerinde deniz kenarında bulunan fıçılar sayesinde, Spielberg köpekbalığını göstermeden sadece fıçıları hareket ettirerek köpekbalığının orada olduğu hissiyatını yaratarak bu sorunu çözme amacı güdüyordu ki öyle de yaptı. Yapmış olduğu film hilesini deFıçıları Allah gönderdi bize çünkü fıçılar etrafta oldukça köpekbalığını göstermeme gerek yoktu. Genelde göremediğiniz şey, görebildiğinizden daha korkutucudur. Koca senaryoda hep “köpekbalığı” vardı. Orada, burada, her yerde köpekbalığı. Filmde bu kadar fazla köpekbalığı yok. Köpekbalığı görsel olarak var olsaydı seyir zevkinin tamamını psikolojik olarak değiştirebilirdi.” sözleri ile özetlerdi. Fakat yine de gerilim yaşatacak bir şey eksik kalmıştı. Müzik….

John Williams sinema tarihinin en önemli müzisyenlerindendir ve Spielberg’e filmlerinde çokça eşlik etmiştir. Jaws filminin müzikleri de birçok Spielberg filmlerinde olduğu kendisine aittir. Köpekbalığını göstermeden gerilim yapmak adına kendisinin sadece parmaklarına ihtiyaç duyuluyordu artık. Köpekbalığının varlığını filmdeki artan ve azalan notalar ile seyirciye hissettirdi. Köpekbalığı uzakta ise ses zayıflıyor, yakında ise ses yakında ve oldukça güçlü çıkıyordu. Bu sayede seyirci birkaç nota ve nota tavrı ile gerilimi doruklarda hissediyordu ve salondan çıkanların suratlarına bakılırsa korkutuyordu da aynı zamanda. Spielberg köpekbalığının suyun kaldırma kuvvetinden güçlü çıkmasını beklemiyor olabilir fakat bunu birkaç fıçı ve birkaç piyano tuşu ile kolaylıkla çözdü ki filmin güzelliğini çıkan aksiliklere borçlu olduğunu muhakkak o da bizim gibi biliyordur.

55 günde çekilmesi planlanan ve 159. gününde nihayet biten Jaws artık vizyonda idi. İnsanların denize sıkça girdiği zamanlarda vizyona sokulması da övgüyü hak eden ayrı bir konu. Bu filmi izleyenler bu film yüzünden kim bilir kaç ay önceden planlamış olduğu tatillerini iptal etmişti. İnsanlar artık deniz kenarlarında hayali köpekbalığı görmeye başlamıştı bile. Bu gerilim dolu film elbette yaz ayında gişede zirveye oturmuştu. 25 yaşındaki senaryoyu filmin çekimlerinden 12 saat önce yazan ve kaldırma kuvvetinden bihaber olan bu genç, çekmiş olduğu filmin bütçesini üçe katlamakta kalmayıp “en fazla gişe yapan film” unvanını kazanmıştı. Bu film sayesinde kendisi artık istediği filmleri yönetebilecekti. Jaws, Spielberg’in ilk göz ağrısı olmakla birlikte, dünya sinemasına yeni bir yönetmen kazandırmıştı…

MEŞHUR “JAWS” MÜZİĞİ İÇİN TIKLAYINIZ

 

 

ESCAPE TO THE NOWHERE (1961)

Spielberg “Sands of Iwo Jima” tarzı filmleri sevmesi ile bilinir. “Flying Tigers”, ve “Battleground” filmlerini çok kez izlediğini de sıkça dile getirir. Bu filmlerden etkilenmesi münasebeti ile de amatör yönetmenlik hayatına İkinci Dünya Savaşı filmleri çekerek başlamıştır. John Ford tarafından çekilen gerçek İkinci Dünya savaşı görüntülerini kullanarak film yapmışlığı dahi var. Basit görsel efekt yapmada üstüne tanımazdı ki “Escape to Nowhere” filminde koşan askerlerin arkadan vurulduğunu seyirciye geçirmesi gerekiyordu. Bunu yaparken de aklına gelen fikir ise basit olmasına karşın etkileyici güzellikte idi. Kurmuş olduğu mancınık sisteminin üstüne toz kümeleri koyarak filmde vurulacak kişinin öldüğünü etrafa saçılan tozlardan anlamamızı öngörmüştü. Yaptığı hareket filmin 8mm’lik kamera ile çekilmesine karşın filmi etkileyici kılıyordu. Aslında bu fikir kendisinin ileride nasıl bir yönetmen olacağının işaretini taşıyordu.

FİLMİN BAZI SAHNELERİ İÇİN TIKLAYINIZ

 

 

DUEL (1971)

Duel, 20li yaşlarında John Crawford’u yöneten, sinemanın taçsız kralı ve tarihte sözleşme imzalanmış en genç yönetmen Spielberg’in George Lucas ile tanışmasına vesile olmuş bir film. Konusu kısaca bir kamyonetin bir arabayı kovalamasını anlatan bir takip filmi. Hatta bir nevi kompozisyon. İlginç bir temaya sahip bu filmdeki tehdit bir kamyonet. Filmin ilginç olması için de gayet yeterli bir sebep aslında. Gündelik hayatta birçok kez tanık olduğumuz “tanımadığımız bir araba ile girilen yol alıp verme kavgası” olayının Spielberg dili ile anlatımı. Bu kavgayı uzatan kamyonet ve arabanın sonu da bir uçurumda son buluyor. İnatçılığın kaçınılmaz sonunu uçurumdan düşerek tadıyorlar. ABC’nin yapımcılığını üstlendiği bu filmde ABC’nin hoşnut olmadığı bir durum vardı. Uçurumdan düşen kamyonet patlamamıştı…

Gereksiz duygusal olan ABC kanalı üzgün olduklarını Spielberg’e telefon açarak bile getirmiş, hatta daha da ileriye gidip kamyoneti patlatmasını istemiş Spielberg’den. Tabii ki Spielberg kanalın bu isteğini kabul etmemiş ve filmin sonunda patlamalı değil daha duygusal bir son ile veda etmek istemiş seyirciye.

Filmin yarısının zaten arabada geçmesi filmin dinamikleri açısından zor bir karardı. Filmi dinç tutmak için de güçlü bir sona ihtiyaç vardı. Spielberg bu nedenle farklı bir son istiyordu. Filmin sonunda uçurumdan düşen kamyoneti yavaş yavaş öldürüp kanı arabadan akan yağlar ile betimlemeye çalışmış. Yağlar direksiyondan kan gibi akıyordu filmin sonunda. Az önceki inatçı ve hızlı tekerlek filmin sonunda son güçlerini harcayıp durma noktasına geliyor ve tekerleğin durması ile kamyon artık ölüyordu. Sadece fan çalışıyor lakin bu kamyonetin ölmüş olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Kamyonet uçurumdan düşüp direkt patlasaydı arabanın yaptıkları cezasız kalacaktı. Kamyonetin acı çekerek ölmesi Spielberg’in ve izleyenin istediği sondu.

Spielberg bu filmde ekranı tuval olarak kullanmıştı ve bunu fark eden biri de Duel filmini sinemada izleyen George Lucas idi. Spielberg’in filmini yarım saat izleyip çıkarım edası ile girmiş filme lakin filmi beğenmekle kalmayıp Spielberg ile tanışmaya karar vermiş ki ikili günümüzde de çok iyi arkadaşlar. George Lucas, Star Wars fikrini de ilk Spielberg’e iletmiş hatta. Çin restoranına ileride Scarface filminin yönetmeni olacak olan Brian De Palma ile Star Wars filmini konuşmak için giderken Spielberg’i de yanına almış. Brian ise Lucas’a filminin rezalet ve saçma olduğunu Chewbacca’nın da duyduğu en aptalca karakter olduğunu söylemiş bağırarak. George Lucas ise utancından masaya yapışmış. Daha sonra Spielberg filmin çok güzel olacağını savunarak Brian’ı ikna etmeye çalışmış ve üçlü restorandan Star Wars filmi için el sıkışarak ayrılmışlar. Hatta filmin seyircinin anlaması için bir önsöze ihtiyacı olduğunu belirten Brian filmin başındaki “uzaya akıp giden sarı yazılı önsöz” fikrinin sahibidir. Spielberg Star Wars serisinde George Lucas’a setlerde ve arka planda daima yardımcı olarak Star Wars filmini de bir nevi sinema tarihine kazandırmada yardımcı olmuştur. Scarface filmindeki Al Pacino’nun Kolombiya çetesini merdivenlerde taradığı sahneyi de aynı zamanda Spielberg tasarlayıp çekmiştir. Duel filmi bu anlamda da oldukça önem arz edici filmdir.

Sinema dünyası artık Steven Spielberg, Martin Scorsese, George Lucas ve Brian De Palma olarak medyada “Veletler” olarak adlandırılan arkadaş grubuna emanettir.

KAMYONETİN PATLAMADIĞI SON SAHNE İÇİN TIKLAYINIZ

 

 

CLOSE ENCOUNTERS OF THE THIRD KIND(1977)

Colombia Pictures iflasın eşiğinde idi. Spielberg’in Stanley Kubrick’in “2001: A Space Odyssey” filminden etkilenerek yazdığı “Close Encounters” filmi stüdyonun bel bağladığı tek filmdi. Spielberg’in omuzlarında çok  büyük bir yük vardı. Bir yanda her şeyi bu filme yatıran stüdyo bir yanda bankacılar, muhasebeciler derken Spielberg için bu film çok risk taşımaya başlamıştı. Jaws filminin tesadüf olmadığını ispatlaması için çok da güzel bir şanstı aynı zamanda.

Spielberg babası tarafından sürekli “Perseid” meteor yağmuruna götürülüp gökyüzüne bakarak büyüyen bir çocuk. Her gidişinde ise “uzaylılar gelse iletişimimiz nasıl olurdu?” sorusu ile büyüyen sayısız çocuklardan biri idi. Bunu da bu filme taşımak istedi. İletişimin ise ses ve ışık ile olmasını istedi. Bunun için de John Williams’a danıştı. Müziğin daha duygusal bir yöntem olacağını kendisine iletip bu işte John’un yardımını istedi. İletişimin nasıl yapılacağının yanı sıra diğer filmlere nazaran Spielberg ilk kez çekimlerden önce senaryoyu bitirmişti.

Bu filmin temeli aslında Spielberg’in 17 yaşında yazıp çektiği “Fireflight” filmden geliyor. Kendisi hırs yapıp daha büyük bir prodüksiyonla çekmek istemiş. Bu film Spielberg’in en kişisel filmi idi aslında. Filmdeki anne babasının kavgasından etkilenip tepkisini dile getiren küçük çocuk “Nearby” aslında kendisi idi. Stüdyonun bel bağladığı bu filmde bir nevi kendi hayatını anlattı. Böylelikle filme daha hakim olma amacı gütmüş. Filmin güzel olması için bulduğu çözüm kendisini filme yerleştirmesiydi. Nearby’in banyo sahnesinde babasına “Ağlayan bebek” diye serzenişte bulunması da kendisinin küçükken babasına sarf ettiği sözlerdi. Spielberg anne babasının boşanıp annesinin, babasının en yakın arkadaşı ile evlenmesi sonrası filmlerinde duyguyu ön plana koymayı kendisine amaç edinmişti. Özel hayatını filmlerine koymaktan asla çekinmezdi.

Film vizyondan sağ salim çıkmıştı. 306 milyon dolar gişe yapması başarılı demekti. Jaws’tan 100 milyon dolar daha azdı sadece. Jaws’tan sonra kendisini tekrar kanıtlamış oldu.

FİLMDEKİ UZAYLILAR İLE İLK İLETİŞİM ANI İÇİN TIKLAYINIZ

 

 

E.T : THE EXTRA TERRESTRIAL(1982)

Spielberg’in E.T filmini çekerken aklında dünya dışı varlık fikri yoktu. Aile dramı çekmek istiyordu. Boşanmanın çocuktaki etkisi ve nasıl bir travması olduğunu anlatmak istiyordu filminde. Spielberg’in filmlerinde çocukları görmek çokça yaşadığımız bir durum olmasının yanı sıra kendisinin dünyasındaki çocuklar korunmasız fakat güçlü kişilerdir. Şahsını temsil eder, bu filmin de ana konusu “yalnız bir çocuğun hüznünü nasıl hissedersiniz” olacaktı ilk başta ama Spielberg bu konuyu farklı bir konu ile harmanladı. Aslında Spielberg’in yaptığı en iyi şeydi bu. Ekstrem olayları normal hayatta yaşadığımız basit olaylar ile harmanlayarak bizlere sunuyordu. Drew Barrymore kısaca şöyle özetlemişti bu durumu; “Bir filmci olarak Steven başka dünyalara ait, neredeyse imkânsız banliyö atmosferinde gerçek aile ve gerçek insanlar üzerinden anlatabiliyor, böylece öteki dünyaları, evrenleri, dünya dışı inanılmaz senaryoları görebiliyorsunuz, çünkü insanoğlunu ve insan hikâyelerini içeriyor.”

Spielberg bu filmin sadece dram yönünü seyirciye aktarmaya hazırlanırken John Sayles “Night Skies” hikayesinin ilk taslağını Spielberg’e göndermiştir ancak Spielberg E.T.’nin çekimlerini tercih ederek “Alligator” filminin senaristi Sayles’in hikayesini geri çevirmiştir ve bunun üzerine E.T.’nin içerisine “Alligator” göndermesini eklemiştir. Oradaki gönderme ise; Elliot’un evinin arkasındaki kulübede bir şey gördüğünü abisi Michael’e söylemeye karar verip ilettikten sonra abisinin kendisine gördüğü şeyin şehir efsanesi olan ”kanalizasyonda gezen timsahların” olabileceğini söylemesidir. Bu Spielberg tarafından Alligator filmine göndermedir. Spielberg her ne kadar Sayles’in teklifini reddetse de kendisini filmin içine koyma saygısını göstermiştir.

10.5 milyon dolarlık bütçenin 1.5 milyon doları E.T.’nin kuklasına harcanmıştır. Spielberg’in Jaws filmindeki nahoş durumu tekrar yaşamaması için almış olduğu önlemlerden biri de buydu. Bu da aslında bir nevi Jaws çekimlerinin ne kadar zor geçtiğinin bir kanıtı.

E.T. sinema tarihinde kendine en önlerde yer bulmuştur. 2006 yılında Amerikan Film Enstitüsü tarafından sıralanan “Sinema Tarihinin En İlham Veren 100 Filmi” sıralamasında 6. sırada, 2007 yılında yine enstitü tarafından yayınlanan ”Tüm Zamanların En İyi Filmleri” listesinde 24. sırada yer alırken, 2008 yılında “Bilimkurgu Türünde En İyi 10 Film” listesinde de 3. sırada yer almıştır. E.T., Amerikan Film Enstitüsü’nün sıralamaları yanı sıra Channel 4’ün ”En İyi Aile Filmleri” listesinde 1. sıradaki yerini korurken, “Entertainment Weekly” tarafından yapılan oylamada sinema tarihindeki en iyi 20. film seçilmiştir. 800 milyon dolar gişe yaparak sinema tarihinin en çok kar eden filmleri arasında da yer alır.

 

1941 (1979)

Spielberg, Jaws ve Close Encounters filminden sonra yeni bir şeyler denemek istiyordu. Filmlerinde zaman zaman koyduğu mizahları bu sefer filmin tamamına yaymak istiyordu. Bir komedi filmi yapma fikri vardı ki Spielberg söz konusu olduğu için dediğini yaptı. “1941” Spielberg’in ilk komedi filmiydi. Senaryo işini de Bob Zemeckis ve Bob Gale’e bıraktı. Kendisine göre yazdıkları senaryo cılız ve aşağılıktı. Bu nedenle filmdeki mizahı biraz zorlamıştı iyi bir şey çıkması için. Sanırım o zorlama Spielberg’in unutmak istediği hatalardan biriydi. 1941 filmi vizyona girdikten sonra yönetmen yerden yere vuruldu. Kendisi bu durumu “Sanki savaş suçu işlemiştim. Herkes nefret kusuyordu. Perişan olmuştum. Bu hata hissi, soğuk boşluk filmin her yerinden yayılan bu hisler karnınızın orta yerini ağrıtıveriyordu, kumda delik açıp başınızı gömmek istiyordunuz.” şeklinde ifade etti. Spielberg’in unutmak istediği filmlerde başı 1941 filmi geçer ki günümüzde de pek kişi tarafından bilinmez bu film.

Film gişede de çok kötüydü. 35 milyon dolar bütçe ile çekilip 96 milyon dolarlık gişe ile çıkmıştı. Spielberg 1 sene boyunca kafasını kuma koymuş halde bu filmin pişmanlığını yaşarken en yakın arkadaşı George Lucas imdadına yetişmişti. Spielberg bu 1 sene boyunca yeni bir James Bond filmi çekmek istediğini iletmesine karşın Lucas bu fikri gereksiz bulup kendisinin elinde bir arkeologun hikayesi olduğunu Spielberg ile paylaştı. Spielberg ise kafasına koymuş olduğu James Bond fikrini hemen unutmuştu, Lucas’a Hadi bu filmi çekelim.” dedi. 1941, Indiana Jones filminin öncüsü olarak bilinir.

 

 

INDIANA JONES (1981)

Steven Spielberg “B Sınıfı” filmler ile bilinir. Aksiyon/Macera kategorisinde filmlerini yukarıdaki sıralarda görmemiz mümkün. Indiana Jones kendisinin bu konudaki zirvesidir. Sadece kaçış teması hakim filmde. “B Sınıfı” filmlerinini ciddiyetsiz oluşu bu filmde çok iyi kullanılmıştı. Spielberg’e göre bu sınıfa ait filmler ”hızlı ve leş” şekilde yapılır. Ayrıca “Yapabildiğiniz her koşulda hile yaparsınız, böylece bir sürü parayı kurtarırsınız. “Lawrence of Arabia” olmayacağı için de endişelenmezsiniz.” sözleri ile de Indiana Jones’un diğer filmlere nazaran farklı olacağının sinyalini verir.

Spielberg stüdyoların sevmediği türde yönetmendi. Verilen bütçeyi her zaman aşmasının yanı sıra verilen zamana da asla uymazdı. O nedenle birçok stüdyo tarafından bu film için “hayır” cevabı aldı. Bazılarından “filmi başkası yönetirse kabul ederim” laflarını dahi işitti. Spielberg ise savunma olarak Jaws, Close Encounters ve 1941 filmlerinden tecrübe edindiği ve ekonomik olmayı öğrendiğini söylüyordu. Spielberg için bu film saygınlık kazanması açısından da çok önemliydi. George Lucas’ın Spielberg’i 20 milyon dolarlık bütçe ile “Indiana Jones” filmini çekmesi için iknası sonucu filmin çekimlerine başlandı.

Bir grup George Lucas ve Spielberg’in sinemayı öldürdüğünü sadece gişe yapmak adına film yaptıkları düşüncesindeydi. Kimse sevmezdi bu ikiliyi. Kaliteli film yapmadıklarını, yaptığı filmlerin sanata uzak olduğu düşüncesi Indiana Jones filmi sonrası oldukça baş gösterdi. Bu grubun sanata uzak olduğu düşüncesi tartışılır lakin haklı oldukları konu iyi gişe yaptıklarıdır. Indiana Jones’un kısa sürede herkesin özendiği bir karakter haline gelmesi uzun sürmedi. Harrison Ford, George Lucas’ın Han Solo’su ve Spielberg’in Indiana Jones’u olarak oldukça önemli işlere imza attı. Spielberg sözünde durdu ve 20 milyon bütçeyi aşmayıp 18 milyon ile filmi çekti ve yaklaşık 400 milyon dolar gişe yaptı. Bu rağbetten sonra devam filmi de çekmeye karar verdi stüdyo. Indiana Jones şu an dört serilik bir film haline geldi. Çekimleri Türkiye’de de yapılan bu seri kimilerine göre Star Wars’tan bile daha iyi bir seriye sahip. George Lucas, Star Wars kalibresinde bir fikri en yakın arkadaşı Spielberg’e hediye etmiş oldu.

 

 

EMPIRE OF THE SUN(1987)

Spielberg’in şahsım adına en iyi ikinci filmidir. Aynı zamanda yine şahsım adına sinema tarihinin en iyi savaş filmi. Christian Bale’in henüz 13 yaşında iken sergilemiş olduğu oyunculuk harikulade. Filmden gözünüzü ayıramıyorsunuz.  Spielberg yine yeniden başrolü bir çocuğa emanet etti, ki bu çocuk yine annesiz babasız ve tek başına. Lakin Spielberg’in diğer çocuk karakterleri gibi güçlü ve ne yaptığını biliyor. Jaime karakteri İkicni Dünya Savaşı’nı tek başına Japonya’da geçiren bir çocuk. Annesi ve babası savaş kargaşası ile Jaime’yi kaybediyor ve hikaye Christian Bale’e ve mükemmel oyunculuğuna kalıyor.Bir çocuğun 2. Dünya Savaşı’nda tek başına hayatta kalma hikayesi..

Spielberg dediğim gibi sanatsal açıdan eksik olarak görülür çoğu kişi tarafından. Filmlerini ciddiye alan kişi sayısı da bir elin parmağını geçmez. Spielberg bu eleştirilerde etkilenmiş olacak ki “Empire of The Sun” gibi kendisinin ilk ciddi filmini sinemaseverlere sunmuştur.  Yönetmenleri sınıflandırmak bir yönetmen için en büyük hakarettir. Spielberg ise buna en çok maruz kalan yönetmenlerdendi. “Empire of The Sun” bu nedenle hala yapmacık olarak gözüktü çoğu eleştirmenlerin gözüne. Filmin sonundaki “atom bombası” sahnesinde ise Spielberg atom bombasını Jamie’ye göre betimlemişti. Savaş kampında yanında duran bir kadının ölüm anında patlayan bomba Jaime’ye ruh olarak gözükmüştü ki yapmış olduğu tasvir duygusal açıdan tam Spielberg tarzıydı. Stüdyo dahi bu duygusal açıdan zorlu ve ciddi filme şaşırıp Spielberg’e “bu ne cürret, biz senin böyle filmler yaptığını konuşmamıştık neden böyle filmlere geçiyorsun?” gibi serzenişte bulunmuşlar. Adam ne yapsa yaranamıyordu kimseye ama her zaman bildiği yollardan gitmekten asla vazgeçmedi.

Bu filmin gişesi aslında olandan daha fazla bekleniyordu. 25 milyon bütçe ile çekilmesine karşın gişede adeta hayal kırıklığı yaşamıştı. Yaklaşık 70 milyon ile gişede çöktü. 1940lardan bu yana Amerika için Şangay’da çekilen ilk film olan Empire of The Sun değeri sonradan anlaşılan bir film olsa da, çoğu izleyiciyi zamanında etkilememişe benziyordu.

ATOM BOMBASI SAHNESİ İÇİN TIKLAYINIZ

 

 

SCHINDLER’S LIST (1993)

Spielberg tarafından çekilmiş mükemmel bir kitap uyarlaması. Aslında bu film 10 yıllık bir proje, yeni değil Spielberg için. 1982’de Spielberg’e aynı adla bir kitap verildi Sid Sheinberg tarafından. Spielberg’e göre bu filmi çekmek kaderinde vardı. Kendisi gibi Yahudileri ve Yahudilere Nazi tarafından yapılan soykırımı anlatan bu kitabı filme dökmek için yaklaşık 10 yıl doğru anı bekledi ve o gün sonunda gelmişti.

Schindler’s List yaşanmış bir olaydan esinlenilmişti. Bu nedenle Spielberg filmi olayın yaşandığı Polonya’da çekmek istedi. Bu film aslında kendi ailesini, kavmini ve onu anlatıyordu. Bundan mütevellit Spielberg diğer filmlere nazaran bu filme daha çok titremişti. Bunu kendisinin “Ekibe dedim ki, “Bu bir belgesel değil ancak gerçekten yaşanan olayları belgeliyoruz, bu olaylar yaşanmış şeyler. Yahudi olanlarımız 1943 yılında burada bulunma imkânı bulamamış kişilerdi. Bunun herhangi bir film olmayacağını biliyordum, daha önceki yönettiğim hiçbir filme de benzemeyecekti. Elimdeki materyale ve mekana büyük bir hürmetle yaklaşmam gerekti ve bunu çok, çok ciddi bir prodüksiyon yapmam gerekiyordu. Kutsal ve mukaddes yerlerde çekiyorduk. Kraków’da çektiğimiz her yer bize mezarlık gibi geliyordu. Benim bütün sinemaya bakışımı değiştirdi. Bu film, daha önceki filmlerimden oldukça farklıydı. Hiçbir çekim hilesi, lens hilesi, Hollywood’daki panoramik vinçleri kullanmadım. Pek çok filmimde kullandığım bir sürü araç gereçleri pencereden fırlattım. Daha önce hiç elle çekim yapmamıştım, ancak bu filmde mümkün olduğunca yapmaya çalıştım.Hepimizin orada bulunduğu hissini mümkün olduğunca yaşatmaya çalıştım.” sözleri ile de anlamak mümkün.

Spielberg Yahudi bir aileden geliyordu. Sıra arkadaşlarından farklıydı bu yönden. Arkadaşları tarafından “Shmuel” olarak çağrılıyordu hatta. Kendisini Yahudi ismi “Shmuel” idi ve dedesi kendisine bu isimle seslenirdi. Bu ismi duyan birkaç ırkçı ve yaramaz çocuk ismi ile dalga geçerdi. Okul bitse de evime gitsem tarzında bir okul dönemi geçirmişti. Yahudi olmaktan utanıyordu adeta, okulda da çok başarılı bir öğrenci değildi. Babası yüzünden gidiyordu. Fırsat bulduğu an bırakmak için can atıyordu. Lakin zaman geçtikçe Yahudi olmaktan utandığı için utanıyordu artık. Geçirdiği o zor dönemleri “Yahudilerin olmadığı bir mahalledeydik. O dönem ciddi bir kültürel ayrım vardı. Herkes bana “Spielbergler kirli Yahudiler.” derdi. Dışlanmayı, sataşmayı ve ayrımcılığı deneyimlemiştim. Tek yaptığım uyum sağlamaktı ama Yahudi olarak uyum sağlamak pek kolay değildi.

Yahudiliğimi inkâr etmeye başladım, çocukken kabul ettiğim her şeyi inkâr etmeye başladım, beni dışlanmış gösterecekse hiçbirini kabul etmemeye razıydım. Kendimden utanıyordum. Artık Yahudi olmak istemediğim hayatımın o geniş bölümünü hatırlarken bile hâlâ kendimden utanıyorum.” şeklinde özetlerdi. Yahudi olmaktan utanan Spielberg artık büyümüş, Yahudi soykırımına tepki niyetine bir film çekiyordu artık.

Spielberg’in heyecanını oyuncular da hissetmişti. Eskisinden daha çok “kestik” kelimesi duyuluyordu sette. Oscar Schindler sosyal bir tipti. İkinci sınıf bir iş insanıydı. Gizli bir karakterdi biraz. Şehir adamı, kadınları seven, içkiyi seven biri. Hedonistti bir nevi ve fevkalade bir harekette bulunarak 1100’den fazla Yahudinin hayatını kurtardı. Film ise kendisinin hayatına odaklandı. Liam Neeson, Schindler rolündeydi. Kendisi Spielberg’in titizliğinden en çok yakınan idi ama tatlı yakınmaydı bu. Schindler sigara bağımlısı biriydi. Filmde de bolca sigara içme sahnesi vardı. Liam Neeson her sigara dumanını içine çektiğinde “kestik” kelimesi duyuluyordu sette. Spielberg sigarayı nasıl içeceğini dahi anlatıyordu oyunculara. Liam Neeson bir keresinde “bana nasıl sigara içeceğimi dahi öğretiyorsa bu oyunculuk değil kuklalık vazifesi gibi olur” sözleri ile Spielberg’den yana şikayetini diler getirmişti.

Filmdeki diğer karakter ise “kırmızı montlu kız” idi. Spielberg bunu filme koymak için çokça düşünmüş. “Çok mu acımasız olur?” sözleri ile vicdan muhasebesinde bulunmuş ve en sonunda koymaya karar vermiş. Hatta filmin posterine de koymuş sonradan. Kendisinin ifadesine göre bu kız soykırımın en büyük sembolüdür.

Filmin çekimleri 4 ay sürdü. Film bitti denilerek stüdyoya verilecekti lakin Spielberg için hala bir şeyler eksikti. Tüm ekibi toplayıp Kudüs’e götürdü. Kudüs’te Schindler’in mezarı bulunuyordu. Kendisine saygı için filmdeki oyuncular ve filmdeki oyuncuların temsil ettiği gerçek soykırım mağdurları ile birlikte Schindler’in mezarına gidilip son sahne çekildi. Spielberg filmin gerçek olduğunu son anda da vurgulamak istemişti. Ayrıca bu filmden hiç kar istemiyordu, almış olduğu para ile “Shoah Vakfı” adlı soykırım mağdurlarının yardımına koşan soykırımları ortaya çıkaran bir vakıf kuruldu. Spielberg için bu film bu nedenle zirvedir. “Shona Vakfı” sayesinde çokça soykırım da ortaya çıktı ki günümüzde de hala çıkmaktadır. Spielberg’in mirası olarak kalacak olan bu vakıf artık yürüyen tarih olarak adlandırıyordu. Filmin mükemmelliğinin yanı sıra dış hayatta yaptıkları münasebeti ile Spielberg’in en sevdiğim filmidir.

Spielberg, ”Schindler’s List’te yaşadıklarım beni, bütün sebepleri bağdaştırmaya itti. Yahudiliğimden gizlediğim gösterişli, şanlı sebepler Yahudilikle gurur duymamı sağladı.

 

SCHINDLER’İN KIRMIZI MONTLU KIZI GÖRME SAHNESİ İÇİN TIKLAYINIZ 
KIRMIZI MONTLU KIZIN ÖLÜM SAHNESİ  
FİLMDEKİ SCHINDLER’İN GERÇEK MEZARINA ZİYARETİ 

Steven Spilberg: Bir Yönetmen 9 Film – Bölüm 2, yakında yayında.

Yorumlar