Doctor Who artık kendi ülkesinin sınırlarını aşarak tüm dünyada kendisine izleyici, hatta hayran kitlesi edinmiş kült bir dizi. Ülkemizde de bilim kurgu severler tarafından ilgiyle takip ediliyor. Her yeni Doktor ile kan kaybetse ve yeni Doktor’a göre yeni izleyici kitlesi edinse de işin sonunda gidenler ve gelenler birbirini dengeleyip belli bir seviyede kalmaya devam ediyor. Özellikle Matt Smith ertesinde epey genç izleyici kaybeden dizinin reytingleri Chris Chibnall döneminde birden zirveyi görüp eskisinden daha kötü bir seviyeye hızla inince anladık ki dizi Chris Chibnall ile devam ederse çok düşük reytinglerle yayın hayatını bitirecek. Gidişat bunu gösteriyor.
Chibnall gönderildikten sonra kendi döneminin hızla silinip izleyicinin gönlü de alınmaya çalışılacaktır ama BBC buna pek izin verecek gibi durmuyor. Yine de Doctor Who’yu sevenler için dizinin geldiği hal önceki bölümleri izlemeye kesinlikle engel değil. Bu listeyi yapmaktaki amaç hem eski günleri yad etmek hem yeniden izlemek isteyenler için küçük hatırlatmalar yapmak hem de internetteki pek çok benzeri listeye katkı sunmak. Tabii bu tarz listelerin tümünde olduğu gibi bütününde objektif olmak elbette imkansız. O yüzden muadillerinin aksine ”Blink” bölümünü ilk üçe koymak yerine listenin sonuna yerleştirmeyi uygun gördüm, sıralamada her ne kadar kendi beğenilerimi göz önüne almış olsam da aslında bu bölümlerin bence hiçbir sırası yok, hatta her biri birbiriyle yarışacak kadar da iyi bölümler. Listenin amacı eski izleyicilere hatırlatma olduğu kadar yeni izlemeye başlayacaklar için de güzel bir başlangıç yapmalarını sağlamak olduğundan bölümlerin içerikleri hakkında pek bilgi vermemeye özen gösterdim. Zira ben Doktor ile ilk sezonun ilk bölümünde tanışmadım, David Tennant’ın Doktor olduğu dönemin ortasında tanışıp sonradan geriye dönük izlemeler yaptım.
10- BLINK (3×10) – Senarist: Steven Moffat
Meşhur Ağlayan Melekler’in ilk kez karşımıza çıktığı bu bölümü ne kadar övsek az. Bir dizide böylesine kaliteli bir hikaye işleyişi görmek pek mümkün olmuyor. Başından sonuna gizem unsurunu koruması ve gecenin karanlığında izliyorsanız sizi germesiyle de çok güzel bir seyirlik oluyor. Bir dizi bölümünden ziyade sinema filmi izliyormuşçasına tat alıyorsunuz. Yine bölüm içinde Doktor olayların içinde doğrudan yok, bu sefer tamamen başkalarına güvenmek zorunda. Doktor’u bize sevdiren muazzam bölümlerden, ”evrenin en kibar katilleri” ile tanışmak da cabası.
9- VINCENT AND THE DOCTOR (5×10) – Senarist: Richard Curtis
Yalnız Vincent ve yalnız Doktor, yalnız Krafayis’e karşı. Yalnızlığa -ve deliliğe- bilindik ama oldukça sanatsal bir yorum. Aynı zamanda Doktor bile olsanız bazı şeyleri hiç değiştiremeyeceğinizi anlayacağınız bir bölüm. Bazen bir şeyleri değiştiremezsiniz, iyi olan şeylere biraz daha iyi şeyler eklersiniz o kadar. Kahramanlık hikayelerinden sıkılanlar için epik olmak haricinde istediği her şeyi fazlasıyla veren bir bölüm.
8- FLATLINE (8×9) – Senarist: Jamie Mathieson
Aslına bakarsanız Blink ile benzer pek çok noktası olan bir bölüm. İki boyutlu varlıkların üçüncü boyutla tanışma hikayesi ama Doktor’daki neredeyse her tanışma gibi pek de olumlu bir tanışma değil. Steven Moffat’ın Doktor’u korku türüne daha da yaklaştırmasının en güzel örneklerinden. Dediğimiz gibi, Blink ile pek çok noktada da örtüşüyor, mesela Doktor yine hikayenin doğrudan bir parçası değil ve Clara ve yanındakilere güvenmek zorunda. Hem Doktor’u izlemek hem de biraz gerilmek isteyenler için birebir bölüm.
7- THE PANDORICA OPENS/THE BIG BANG (5×12 ve 5×13) – Senarist: Steven Moffat
Steven Moffat diziyi ele aldıktan sonra daha ilk bölümden Russell T. Davies döneminden çok daha farklı bir yöntem izleyeceğini belli etmişti. Davies sezon boyu hatta sezonlar boyu sürecek büyük hikayelerden çok birkaç bölüm süren kısa hikayeler anlatmayı tercih ediyordu. Moffat, küçük bir kızın duvarındaki çatlakla başlattığı hikayesini ve sezonu bu iki bölümle sonlandırırken hiç beklemediğimiz bir şey de yaparak Doktor Who evrenini de değiştirdi ve yeniden başlattı, ancak bunu hikayenin muazzamlığına ters bir şekilde o kadar mütevazi yaptı ki izleyicilerin çoğu hala bunun farkında değil. Doktor’un aslında bilinen tarihiyle istediği gibi oynayabilecekken Moffat daha çok pürüzlü ve gereksiz gördüğü noktaları törpüledi, Doktor’un bilinen tarihine birkaç boşluk hariç hiç dokunmadı. Tüm evrenin öldüğü ve yeniden doğduğu, mitlerden beslenen bu iki bölüm hem Doktor rolünde Matt Smith’i hem de diziyi zirveye çıkardı.
6- HUMAN NATURE/THE FAMILY OF BLOOD (3×8 ve 3×9) – Senarist: Paul Cornell
Başından sonuna hiç alışık olmadığımız bir Doktor hikayesi bu. Bölüm daha açılışında çok hızlı başlıyor, Doktor tüm hatıralarından vazgeçmek zorunda kalıyor ve neredeyse iki bölüm boyunca Doktor’u değil John Smith’i izliyoruz. Ancak sonu bu hikayeyi öyle kıymetli kılıyor ki, Doktor’un hiçbir kuralını yıkmamasına rağmen istediği anda o kuralları nasıl karanlık bir biçimde yorumlayabileceğini görüyoruz, Zaman Lordu’nun gazabına tanık oluyoruz. Eğer Doktor’un sınırlarını keşfetmek istiyorsanız bu bölüm istediğinden fazlasını izleyiciye veriyor.
5- WORLD ENOUGH AND TIME/THE DOCTOR FALLS (10×11 ve 10×12) – Senarist: Steven Moffat
Bu iki bölüm için pek çok şey yazılabilir, uzun uzun incelenebilir. Metaforları, John Simm’in tekrardan Master olarak karşımıza çıkması ve Russell T. Davies döneminden daha oturaklı bir Master performansı sergilemesi ve elbette Michelle Gomez’in Missy performansı bu hikayeyi zirveye taşımaya yetiyor. Peter Capaldi ise yaşına ve diziye kendisi geldiğinde kaçan izleyici kitlesine inat vedasına öyle güzel hazırlanıyor ki, bizlere düşen bu hikayeyi izlemek oluyor. Yine yol arkadaşları Bill ve Nardole sezonun başında kimileri tarafından tepki çeken seçimler olsa bile, sezonun genelinde o kadar iyi hikayelerde yer aldılar ve o kadar işlevsel yazıldılar ki bu eleştiriler zaten boşa çıktı, fakat özellikle Bill karakteri üzerinden Doktor’un en büyük yenilgilerinden biri anlatılınca karakterin yeri hepimizde ayrı oluverdi. Epik, duygusal ve karanlık, daha ne olsun.
4- THE IMPOSSIBLE PLANET/THE SATAN PIT (2×8 ve 2×9) – Senarist: Matt Jones
Tüm inanışlarda bir ”kötü” vardır, orijinal kötü, şeytan… Anlatılardan anlatılara değişir ancak o kötülük simgesi hep oradadır. İşte bu hikayede bu varlıkla tanışıyoruz. Aslında hikayeyi iyi yapan şey vermeye çalıştığı mesaj, çünkü kötülüğün kanlı-canlı halini durdursanız bile kötülüğü sonsuza dek yok edemeyeceğinizi biliyor ve bunu da bizzat ”varlığın” ağzından duyuyorsunuz. Yine Ood ırkıyla da ilk defa bu hikayede tanışıyoruz.
3- SILENCE IN THE LIBRARY/FOREST OF THE DEAD (4×8 ve 4×9) – Senarist: Steven Moffat
Öyle bir bölüm düşünün ki bu bir karakterin son bölümü ama Doktor’un da kendisiyle tanıştığı ilk bölüm olsun. Öyle yaratıklar düşünün ki hiç görünmedikleri halde insanı gerebilsin. Öyle bir son düşünün ki Doktor’un tüm sezonları boyunca izlediğimiz tüm bölümlerin sonundan daha güzel olsun. Düşük bütçelerin altından kalkabilecek yaratıcılıkla senaryo iyi olduktan sonra bir kütüphane ve birkaç astronot kıyafeti ile harikalar yaratabilmenin kanıtı niteliğinde bu bölüm, tıpkı birkaç melek heykeli ve bir video oynatıcı ile en gerilim dolu bölümü yazmak gibi.
2- HEAVEN SENT (9×11) – Senarist: Steven Moffat
Aslında üç bölümlük bir hikayenin ikinci bölümü olsa da tek başına izlendiğinde de pek bir şey kaybettirmeyecek bir bölüm. Peter Capaldi performansının zirvesi demek yanlış olmaz çünkü bu bölümde -neredeyse- tek başına performans sergiliyor ve bölümün başından sonuna oyunculuk dersi veriyor. Bunun yanında bir Zaman Lordu için ölmeden önce neler yapıldığı ve bir Zaman Lordu’nun ölümü hakkında küçük bilgileri içermesiyle bölüm bir yandan da Doctor Who külliyatına yeni şeyler de katıyor.
1- THE GOD COMPLEX (6×11) – Senarist: Toby Whithouse
Doctor Who ile Yunan mitolojisinin buluştuğu bu bölümün bu kadar göz ardı edilmesi akıl alır gibi değil. Korku ve inanç arasındaki ilişkiyi düşünmenizi sağlayacak ve buna kendince bambaşka bir cevap getirecek ilginç bir bölüm. Farklı yerlerden ve kimliklerden, hepsi kendine has kişilerin kapana kısıldığı bir ”otelde” geçen bölüm aynı zamanda Doktor’a yeni bir sır da ekliyor. Kendi deyimiyle Tanrıları, yarı tanrıları hatta şeytanı bile görmüş ve yenmiş olan Doktor’un en büyük korkusu ne olabilir?