Dave
Dave, korona meselesinde insanların evinde olmasını avantaja çevirerek son zamanlarda ciddi şekilde gündeme gelmeyi başaran ancak maalesef ülkemizde pek bilinmeyen bir FX dizisi. İlk sezonunu bitiren dizi 10 bölümden oluşuyor, her bölüm aşağı yukarı 20 dakika. Bir sitcom dizisi gibi görünse de, aslında öyle değil.
Dizi, rap piyasasında adını duyurmaya çalışan genç bir rapçiyi konu alıyor, başrolde gerçek hayatta da rapçi olan Dave Burd var. Dizide kendisini oynuyor aslında, sahne adından karakterinin bütün detaylarına kadar bizzat kendisi. Kısaca konudan bahsedeyim. Sezon Dave’in yayınladığı şarkıyla çok kısa sürede viral oluşunu ve bu şöhretini en kısa sürede bir kariyere dönüştürmeye karar vermesiyle başlıyor. Çevresinde kız arkadaşı, daha sonra menajeri olacak ev arkadaşı, müziklerinin bestesini yapan en yakın dostu ve konserlerde Dave’e eşlik edip olayı aslında seyircileri coşturmak olan GaTa var. GaTa aynı zamanda gerçekte de Dave’in arkadaşı ve gerçekte de dizideki işini yapıyor. Konserlerde seyircileri coşturuyor yani. Bütün sezon boyunca Dave’i sosyal medya fenomenliğinden, saygı değer bir rapçi olmaya çalışırken izliyoruz.
Benim diziyi bu kadar sevmemi sağlayan şey tamamen Dave karakteri tabii ki. Karakter demişim, adamın kendisi bizzat. Dizide ciddi bir Entourage tadı var ama Dave’i Entourage’dan ayıran şey başrol karakterin yaptığı işte gerçekten yetenekli ve inandırıcı olması. Entourage’da Vince aslında o kadar da yakışıklı olmayan, orta karar bir oyuncu. Diziyi izlerken ”Ne bu kadınların bu adama bakması mümkün, ne de bu adamın bu kadar büyük bir film yıldızı olması mümkün.” diyorsunuz zaten. Entourage’ın bu açığı kapatan tarafı gerçekten Hollywood’un içinde hissettirmesi, karakterlerin arasındaki dinamik ve ünlü oyuncuların kendileri olarak sürekli diziye konuk olması. Ama Dave’de ise öncelikli olarak Dave karakteri baştan aşağı hatasız. Adamda kesinlikle rapçi havası yok, o da bunun farkında, bunu defalarca söylüyor zaten dizide ama inanılmaz rap yapıyor. Dizi seyirciye gösteriyor Dave’in uğraştığı işte ne kadar yetenekli olduğunu ve tipinin, görünüşünün, kökeninin bir önemi olmadığını. İlk bölümün sonu hem bizim için hem de Dave için kırılma noktası. O ana dek kendisini rapçi olduğuna, bu işi yapabileceğine ikna etmeye çalışıyor ama daha bir aksiyon alabilmiş değil. Kariyerini istediği yere doğru götürecek bir noktada çok ünlü bir rapçinin önünde birden freestyle yapmaya başlıyor ve bunu 2 dakika boyunca acayip iyi yapınca anlıyoruz zaten bu adamda iş olduğunu. Dizi sizi orada yakalayıp sezonun geri kalanı boyunca Dave’in yolculuğuna eşlik etmenizi sağlıyor zaten.
İşin bir de diğer karakterler kısmı var ki diziyi tek bir karakteri doğru yapıp bütün her şeyi onun üzerine yıkan diğer dizilerinden ayıran taraf. Dave’in arkadaşı Emma, kendi yoluna bakan bir grafik tasarımcı. En yakın dostu Elz, kendi kariyerinin peşinde koşan bir ses mühendisi. Kız arkadaşı Ally, hayatta hala kendi yolunu bulamamış, kendini bulmayan çalışan biri. Oda arkadaşı Mike, işinden memnun olmayan, Dave’in menajerliğini yapıp hayatta sevdiği işi yapmanın peşinde koşan bir abi. Ekranda Dave olmayınca da bu dizi sürükleyici yani. Mesela bir bölümde Dave sadece bir dakikalığına falan var ama sezonun en iyi bölümlerinden biri o. Karakterler çok içten ve samimi olduğu için de deli gibi izletiyor dizi kendini. Aynı zamanda Macklemore, Justin Bieber, Kourtney Kardashian ve Benny Blanco da konuk oyuncu olarak yer alıyorlar. Entourage’ın en iyi yanlarından biri dizinin sizi Hollywood’un içinde hissettirmesi demiştim. Dave ise Hollywood’un rap tarafı hissini vermeyi çok güzel başarıyor.
Ancak şöyle bir sıkıntı var ki, dizinin Türkçe altyazısı yok ve İngilizce altyazısı bile oldukça zorlayıcı. Bütün çevirmenler için kabus niteliğinde bütün bölümler. Anlamamaktan çekinmeyin, balıklama dalın derim. Emin olun hakkını verecek.
High Fidelity
High Fidelity, 2000 yılında çıkan aynı isimli filmin modern zamanda ve New York’ta geçen dizi versiyonu. Başrolde yakında The Batman filminde Catwoman olarak izleyeceğimiz Zoe Kravitz yer alıyor, The Batman’i izlemeden önce nasıl bir oyuncuymuş diye bakmak isteyenler için High Fidelity çok iyi bir adres.
Konumuz şöyle; New York’ta bir plak dükkanı olan Rob, ilk bölümün başında çok sevdiği sevgilisi tarafından terk edilir ve 10 bölümlük sezonu kendini arayarak, neden hiçbir ilişkisinin yürümediğini araştırarak, neden her zaman karşısındaki tarafından istenmediği veya reddedildiği sorusunun cevabını bulmaya çalışarak geçirir. Hemen uyarayım, dizinin kendisi bu kadar depresif değil. Hatta izleyeni ekranda tutmayı başaran anahtar noktalardan biri de bu. Rob, depresif olmaya ve birkaç bölüm sonra çekiciliğini kaybetmeye çok müsait bir karakter ancak aynı Fleabag’de olduğu gibi Rob da her bölümde doğrudan kameraya bakarak izleyenle sohbet ediyor. Küçük bir not, Fleabag şiddetle tavsiye edilir. Benim adıma High Fidelity’i çok sevmemi sağlayan şey samimi oluşu oldu. Özellikle bu karantina günlerinde izlediğim dizi ve film sayısı çok artınca, artık karışık ve takip etmek için odaklanma isteyen işlere enerjim kalmamış gibi hissetmeye başladım. Bu yüzden de başladığım, iyi bir dizi olacağını da bildiğim dizileri daha başında bıraktım. High Fidelity tam bu noktada 10 bölümlük ilk sezonuyla ilaç gibi geldi bana. Her şeyden önemlisi takip etmesi çok kolay, karakterler öyle çok kompleks kişiler değil, bizden biri gibiler aslında. Eğlenceliler, aynı dükkanda hep beraber sevdikleri işi yapıyorlar, sevdikleri konudan konuşuyorlar, iş çıkışı gidip birkaç bira içiyorlar. Tam da karantinada yapmayı özlediğimiz şeyler. Dizi hem kafanızı dağıtıp rahat bir nefes aldırma konusunda başarılı, hem de çoğunlukla bir plak dükkanında geçtiği için müzikleri çok şahane.
Normal People
Normal People, BBC ve Hulu’nun ortak çalıştığı bir kitap uyarlaması. İlk sezon 12 bölümden oluşuyor. Bölüm süreleri ortalama 30 dakika. Dizi uzun süredir birbirlerini tanıyan ancak samimi olmayan iki lise öğrencisinin arasındaki ilişkiyi, kendilerini bulmalarını, olgunlaşmalarını, büyümelerini ve kendi hayatlarındaki zorluklarla baş ederken bir yandan da birbirleri için mücadele etmelerini anlatıyor. En kısa tabirle saf aşkı sunuyor izleyene.
Karakterlerin yalnızlıkları, var olabilmek için verdikleri savaşı ve ilişkilerindeki derinliği çok durgun, hüzünlü ve gerçek bir şekilde anlatıyor. Tam bir diyalog dizisi. Aynı zamanda oyunculukları, başrol oyuncular arası uyumu, kullanılan müzikler ve dış mekan çekimleri adeta bir şölen. Zaten depresif olan iki karakteri alıp İngiltere’nin kasvetli coğrafyasının ortasına koyunca bu sakinlik ve kaos arasındaki harika denge izleyeni büyülüyor. Bu 12 bölümlük sezondaki karakter gelişimleri de oldukça tatmin edici. İlk bölümdeki ve finaldeki halleri arasında dağlar kadar fark var. Hani High Fidelity için gerçeklikten uzaklaşmak isteyenler bir baksın demiştim ya, Normal People korkutucu derecede gerçeklik içeriyor. İzlemesi Dave kadar eğlenceli veya High Fidelity kadar keyifli değil ama Normal People bence 2020’de şu ana kadar çıkan en iyi dizi.