Yine distopya olarak değerlendirilebilecek bir gelecek kurgusuyla karşınızdayız. Ray Bradbury’nin 500’den fazla yayınlanmış eseri arasından en ünlüsü ve ses getireni olan Fahrenheit 451’in aynı zamanda yazarın kalbine en yakın bulduğu eseri olduğu söyleniyor.
İlk yayınlanışının üzerinden yaklaşık 70 yıl geçmiş olan bu roman, bizim şu an içinde bulunduğumuz tüketim merkezli ve totaliter rejimler etkisindeki toplumlarımızın belki de çoktan geçtiği birçok eşiği bilimkurgusal bir atmosferle bir gelecek senaryosunun içinde sunuyor.
Bradbury’yi bu romanı yazmaya iten sebeplerin pek de hayali olmadığını belirtmek gerekir. Zamanla gelişen görüntü teknolojileri ve en nihayetinde her eve televizyon girmesiyle birlikte birçok toplu aktiviteyle birlikte okuma hobisinin ve ihtiyacının da yerini büyük oranda televizyona bırakması yazarı hayli endişelendirmiş ve geleceği kendi bakış açısından daha da karanlık görerek kitapların yakıldığı bir distopya üretmiştir.
Bu distopik gelecekte konumlanan kurgunun bence en iyi yanlarından biri yazıldığı dönemden tamamen kopuk olmayan, yalnızca değişerek gelecek versiyonuna evrilmiş elementler içermesidir. Bunlardan en göze çarpanı ise baş karakterimiz Guy Montag’ın mesleği olan itfaiyecilik. Bu meslek süregelmiş fakat işlevi bir nebze değişmiş olarak karşımıza çıkıyor. Otoriteler kitapları tehlikeli ve gereksiz bularak yakılmasını talep ediyorlar ve itfaiyeciler de kitapları ve içinde kitap bulunan binaları ateşe vermekle yükümlüler. Guy da işini düşünmeden ve tam bir görev bilinciyle yapıyor fakat daha sonra yeni tanıştığı komşusu Clarissa sayesinde kitaplara ve işine olan bakış açısı değişiyor. Bu noktada Guy’ın eşi onun suç ortağı olmuyor ve roman ihanet, alt üst ilişkileri, komşuluk ilişkileri ve direniş ögeleriyle de zenginleşiyor. Birçok bilimkurgu eserinde olduğu üzere göze çarpan şey biçem değil içerik fakat birçok başarılı esere imza atmış Bradbury’nin kaleminin de zayıf olduğu söylenemez.
Fahrenheit 451 bugün dahi eleştirmenleri ve okuyucuları ikiye bölmeye devam etmektedir. Bazı çoğunluklar yazarın sıradışı hayalgücünün donattığı bu eserin eşsiz olduğunu söylerken bazıları da bütün arkaplanı ve ögeleri ödünç alan Bradbury’nin kötü bir anlatıyla onları bozduğunu iddia etmektedir. Bu noktada T.S Eliot’un değişip gelişerek birçok alana uyarlanmış sözlerini hatırlamak gerekir: ‘’Olgunlaşmamış şairler taklit eder, olgun şairler ise çalar.’’ Eliot, hırsızın elindeki işe farklı ve olumlu bir şey ekleyerek bir üst seviyeye çıkarmış olmasının önemli olduğunu savunmaktadır. Özellikle edebiyatta birçok yazar başka eser ve yazarlardan esinlenerek ve hatta onların ögelerini, karakterlerini kendi kurguları içinde konumlandırıp biçimlendirerek yeni ve çok ses getiren anlatılara imza atmıştır. Binlerce yıldır bir şekilde hikayeler anlattığımız bu dünyada bu hikayelerin birbirini etkilemesi birbirinden köken alması kaçınılmazdır. Bradbury’nin bu romanı yazmasındaki sebeplerin hayali olmadığını söylemiştik ama korkularının bir miktar abartılı ve yersiz olduğunu söylemek de yanlış olmaz. İnsanların tektipleştirilmeye çalışılması pek tabii korkunç ve distopiktir ama değişim her zaman süregelir. Teknolojinin gelişmesi, hayatlarımızın olumlu olumsuz birçok yönde ve bağlamda değişmesi doğal süreçlerin bir parçasıdır. İnsanlar elektronik de olsa bir şekilde ve hatta çok daha efektif ve verimli bir biçimde bilgiye ulaşmaya devam etmektedir. Bradbury’nin tüm korkularının haklı çıkmış olduğu bir gelecekte yaşıyor olsaydık dahi her zaman bir Clarissa en azından bir kişiyi kurtarır, o bir kişiler de başka kişileri. Doğasında keşfetmek ve merak olan insan biraz da ateşlemeyle her zaman öykü anlatmanın, bilginin peşine düşmenin bir yolunu bulacaktır. Rahat uyu Ray Bradbury.
Yazan: Elif Çetin / @elifmaximoff