Günümüz Oyuncuları Ölümsüz Olabilir

1888 yılında Fransa’da sessiz ve siyah-beyaz bir şekilde dünyaya gelen “sinema” günümüzde uğramış olduğu inovasyon ile şu an evrimin en büyük kanıtı niteliğinde. İlk filmin yaratıcısı Louis Le Prince acaba “Roundhay Garden Scene” filmini çektiği vakit sektörün buraya kadar geleceğini hayal etmiş midir? Sanmam. Bundan yaklaşık 150 yıl önce bir trenin hareketini çekmek için 2 yıl boyunca uğraşan bir yönetmen, şu an oturduğu yerden dahi harikalar yaratabilecek donanıma sahip. Tabii ki bizim filmlerde aradığımız şey her ne kadar gerçeklik olsa da teknolojinin günümüzde vermiş olduğu meyveler sinemaseverleri oldukça heyecanlandırıcı düzeyde.

Filmlere önce 1895 yılında “The Jazz Singer” filmi ile ses eklendi ve dünya yıllardır izlediği kişilerin sesini duymaya başlamış oldu. O zamanlar büyük ihtimal bunun nasıl yapıldığını tartışmışlar ve teknolojinin daha ne kadar ileri gidebileceğini kestirememişlerdir. O tartışma 1903 yılında Edward Raymond Turner adlı sinemaseverin renkli filmi ile başlamadan bitti. O zamanki filmler ile günümüz filmlerinin tek benzeyen yanı da bulunmuş oldu: Ses ve renk. Bu ikili haricinde günümüz filmlerini eski filmlerle kıyaslamak oldukça güç. Peki bu yenilik zincirinin son halkası ne?

Sinema sektörü düşünülenin aksine korkaktır ve başarı yakaladığı bir projeyi karşı taraf artık bıkana kadar bırakmaz. Stüdyolar amacına kavuşur ve seyirciyi o içerikten nefret ettirir. Bu da aslında bizim suçumuz. Dizi ve film sevmenin suyunu çıkarıp yapımcılara malzeme veriyoruz. Yapımcılar da böyle bir kitleyi ve Z kuşağını kırmayıp eski kültleri farklı oyuncularla günümüze getiriyor da getiriyor. Tabii eskisi gibi tat vermiyor proje ama izleyiciler yapımcılara hatrı sayılır gişe ve kar getiriyor. Getirdiği paralar da yapımcıların kötü eleştirilere kulak kapamasına oldukça yeter düzeyde. Bu döngü 2010lu yıllarda zirveye ulaştı ve 2020lerde de durmayacak gibi gözüküyor. Toy Story, Lion King, Star Wars, Star Trek, Indiana Jones ve yeni bir film için çekimlere başlanan Matrix bu projelerin başını çekiyor.

Getirilen gişelere bakılırsa dediğim gibi izleyiciler bu konudan söz konusu yapımları izleyene kadar şikayetçi değil. Sevilen bir uyarlamanın kötü olması büyük oranla oyuncu kadrosunun değişimi ile alakalı diyebiliriz. Yeni oyuncularda eskiyi bulamayan izleyici “seriyi mahvettiniz” diye de yakınıyor. Dünyanın en kurnaz ve paragöz topluluklarından biri olan yapımcılar, izleyicilerini yine kırmayarak bu tabuyu yıkmaya hazırlanıyorlar çünkü bulunan teknoloji ile artık oyuncuların filmlerde yer alması için nefes almalarına gerek yok. Bu teknolojinin henüz net bir adı yok çünkü her yönetmenin güttüğü amaç aynı olsa da teknikleri farklı. Herkes aynı cihazları ve yazılımı kullanmıyor ama eğer olsaydı kesin şu olurdu: “Kalkın mezardan çünkü sizden istediğim kadar para kazanamadım”.

Bu teknolojinin animasyon dünyasında oldukça pratiği yapıldı ama sıra filmlere geldi. Şu ana kadar bu teknolojiyi en çok hissettiren Star Wars olsa da, The Irishman’da da ağırlıklı olarak bu teknolojiden yararlanıldı. Disney’in çıkardığı son üçlemeyi çöpe atarsak dünyanın açık ara en güzel ve yaratıcı kurgu serilerinden biri olan Star Wars malumunuz son filminde bir şirk koşma merasimi gerçekleştirip Carrie Fisher ve Mark Hamill’in gençlik hallerini mezardan kaldırıp filme soktu. Aslında günah çıkarma olduğu barizdi. Hayranları mutlu etmek için koymuşlar ama teknolojinin pek fazla hazır değil izlenimi vardı. Tabii ki ilk deneme ve CGI olduğu belli olacak ancak sahneler video oyunu gibiydi ve çok kötü gözüküyordu. Böyle bir teknolojileri olduğunu ve isterlerse geçmişte oynayan karakterler ile yeni bir film çekebileceklerini herkese gösterdiler. Neyse ki Darth Vader’ın maskesi var da karakteri Leia ve Luke gibi CGI olarak sunmayacaklar.

Bu teknolojinin asıl konuşulması gereken yeri The Irishman. Scorsese, filmlerinde sinema celladı olarak görülen bilgisayar efekti işini pek kullanmaz ama The Irishman’da şov yaptı adeta. Gençleştirme efektlerinde hareket yakalamak ve bunu gerçekçi göstermek herkesin harcı değildir ama biz bu filmde bunun en güzel halini gördük. De Niro ve Pesci gibi karakterlere makyaj yerine teknoloji ile gençlik iksiri veren Scorsese’in kullanmış olduğu teknoloji aslında Gollum’un modern hali. De Niro gibi adamlara isterseniz milyonlar verin yeşil tayt giydiremezsiniz. Teçhizatsız, kasksız ve yüz işaretsiz bir işlem yapıldı kendilerine. Böyle büyük abilere tayt giydirmemek için yeni bir teknoloji bulunmuş düşünün. Bu teknoloji ile kişi rolünü oynayıp çıkıyor ve tüm işlemler bilgisayar başında yapılıyor. İleride çok duyacağımız bu yeniliğin adı ise: “Flux”.

Bu teknoloji yaklaşık 5 yıllık bir serüven ve ilk denemelerinden biri De Niro ile 2015 yılında yapıldı. Goodfellas filminin meşhur Cadillac sahnesini canlandıran aktör teknolojinin işe yaradığını gösterdi ve Netflix’ten onayı aldı. The Irishman için bu teknolojiyi 5 yıl boyunca geliştirdiler ki projenin mucidi Scorsese’nin sağ kolu Pablo Helman’dır. İşlem için 3 kamera kullanılıyor ve bu kameralar sadece yüze odaklanıyor. Scorsese’nin kamerası ve Helman’ın iki kamerası şeklinde. Helman’ın kamerası buradaki işlemin görsel verilerini kaydediyordu. Her kamera mekan ile birlikte yüze odaklanıyordu ve kızıl ötesi ışıklar, filtreler ile de donatılıyordu. Flux yazılımının buradaki asıl amacı dokuyu analiz etmek. Dokuyu analiz eden program oyuncunun genç versiyonunu, daha önceden oynamış olduğu filmlerden alınan görsellerden ve videodan alarak oluşturuyor. Hatta bir nevi yaratıyor. Bu işlemi gerçekleştiren de bir yapay zeka tabanlı motor inşa edildi Helman tarafından. Kafası kırpılarak gerçekleştirilen gençleştirme işleminden sonra oyuncunun kafası gövdesine tekrar bağlanıyor ve elleri ile vücudu Flux’un vermiş olduğu yeni genç kafa ile uyumlu olması için yeniden dizayn ediliyor.

1 saatlik bir çekim düşünecek olursak bu işlemler için toplam 600 tane çekim yapmak gerekiyor ve bu film 3 saatti. Aslında oldukça zahmetli bir iş ama Scorsese bu filme 5 yılını vererek yaptı. İlerleyen zamanlarda artık yeni oyuncuların işi daha zor olacak çünkü bu teknoloji ile artık günümüz oyuncuları birer Hz. İsa. İstedikleri zaman gökten inecekler ve filmde yerlerini alabilecekler. Yeni oyuncuların bu isimlerin yerini alması çok güç. Getireceği diğer yeniliklerden biri de filmlerin alternatif versiyonlarını aynı oyuncular ile izlemek, yaşlanan oyuncuların genç hallerini yine kendi orijinal genç halleri oynayacak ve en heyecanlandıranı ise Marilyn Monroe Elvis Presley, Lauren Baccal gibi izlemeye yaşımızın yetmediği aktörlerin yanı sıra Heath Ledger gibi izlemeye doyamadığımız aktör ve aktrislerin yeni projelerini izleyebileceğiz.

Aslında bu teknoloji biyoloji alanındaki CRISPR ile aynı düzeyde. “Yeniden Yaratma” eyleminin uygulanacağı yüzyıllar geliyor. İstediğimiz düzeye ulaşması için de zaman gerekiyor. Teçhizat boyutunun ve ağırlığının yanı sıra boyutunun da azalması için Helman çalışmalara başlamış bile. Heyecanımız yüksek ama bir temennimiz de var. Kült filmlere bulaşmayın ve bize yeni şeyler izletin.

Yorumlar