Fantastik hikayelerin, sevenlerine büyük bir haz verdiği kaçınılmaz bir gerçek. Bu yazıyı okuyan neredeyse herkes fantastik hikayeleri severek okuyor ya da izliyordur. Ancak “fantastik”, bir janra olarak oldukça geniş bir yer kaplıyor. Ve bu janra içinde başka birçok kategorileştirme yapabiliriz. Bunlardan bana en çekici geleni de “fantastik gerilim” odaklı hikayeler.
Locke and Key de tam olarak bu kategori altında bir hikaye. Bizzat Stephen King’in oğlu Joe Hill tarafından yazılmış olan bir çizgi roman aslında Locke and Key. Benim henüz okumadığım ama hikayeyi duyduktan sonra da okumaya can attığım bir çizgi roman haline geldi şu an. Ancak öncesinde dizisini izlemeyi uygun gördüm, ki burada konuşacağımız şey de dizisi olacak. Eğer bu konuda kararsız bir yapınız varsa önce çizgi romanını okuyup sonradan diziye bir şans vermenizi tavsiye edeceğim ben size. Onun dışındaki seçenekleriniz için eğer izlemediyseniz buradaki spoilersız yazımızı okuyabilir, izledikten sonra da yazının spoiler içeren kısmını bitirebilirsiniz.
Daha önce üç defa uyarlama olarak ekrana taşınmaya çalışılmış hikayeden bahsediyoruz. 2011’de oyuncuların içinde Miranda Otto’nun da bulunduğu Fox’un denemesi boşa çıkınca üç filmlik bir seri yapılmasına karar veriliyor ancak o da iptal edilince bu sefer Hulu devreye girerek hikayeye bir dizi çekme projesi başlatıyor. Takvim sorunları sebebiyle pilot bölüm yönetmenin ayrılmasıyla birlikte bu proje de yalan oluyor ve son olarak Netflix ipleri eline alıyor. Bu uyarlamada da Locke and Key, babaları öldükten sonra anneleri ile beraber babalarının eski evleri olan Key House’a(yazının kalanında biz kendisine Anahtar Evi diyeceğiz) taşınan üç çocuğu anlatıyor. Anahtar Evi’nin içerisinde bulundurduğu birçok sır ve gizli yerlere saklanmış anahtarlar var ve üç kardeşten en küçüğünün bu sırları keşfetmeye başlamasıyla birlikte aile üyeleri de teker teker sarsıcı bir gerilimin içine atılıyorlar.
Dizi genel olarak bahsettiğim bu ev çevresinde geçiyor. Kocaman olması ve çocukların baba tarafından atalarına ait olması sebebiyle de dizinin gerilim havasına oldukça uygun ve dizinin bize anlatmaya çalıştığı gibi sürprizlerle dolu. Mesela bahsettiğim anahtarların bazıları göz önünde, insan dikkatsizliği düşünülerek saklanmışken, bazıları da evin karanlık ve bulunmasının istenmeyeceği yerlere saklanmış. Her anahtarın kendine göre özellikleri var ve kullanan kişiye bu özellikleri kazandırma işlevine sahip. Anahtarlardan bazıları da kendilerine özel kapılara ihtiyaç duyuyor, bu yüzden de Anahtar Evi bu konuda kilit bir önem taşıyor.
Hikayenin kendisinin ve ona destek olacak öğelerin bu kadar güzel olması dizinin en iyi taraflarından biri ancak bu sefer de dizinin senaryosu bu konuda geride kalıyor. Spoiler içeren kısımda detaylı bir şekilde bahsedeceğiz ancak öyle mantık hataları var ki, aklınız sadece onlara takılı kalıyor ve bu destek öğelerinin güzelliği bile odağınızı tekrar kazanmanıza engel oluyor. Neyseki oyuncular açısından çok fazla şikayet edebileceğiniz bir şey yok. Çocukların doğal olarak çocukça hareketler sergilemesi sinirlerinizi yıpratacak olsa da bir yerden sonra onlarla bağ kurabilmenize de olanak sağlıyor. Tek şikayetim çocukların annesi olan Nina Locke karakterinin yansıtılışı ile alakalı oldu. Oyunculuk açısından karakterin performansı kötü bir izlenim bırakmasa da senaryo açısından oldukça zayıf kalmış bir yazıma sahip. Bu yüzden çok arka planda kalıyor ve dizide olup olmaması birkaç kilit nokta dışında bir öneme sahip olmuyor. Bir de 2011’de Fox’un yapacağı dizide Miranda Otto’nun bu karakter için seçilmiş olması bilgisi bu konuda düşünürken kafa karıştırıcı olabiliyor. Yüzüklerin Efendisi üçlemesiyle tanıdığımız oyuncunun karakteri oynuyor olmasını gerçekten isterdim şahsen.
Bu kısımdan sonra dizinin incelemesine spoilerlı devam edeceğiz.
Oyunculuklar, oluşturulan ortam ve bu ortamla verilmeye çalışılan gerilim çok yerinde. Ancak hikayenin bu kadar yavaş ilerlemesi sizi çok sıkıyor. Yanlış anlaşılmasın 40 dakikalık 10 bölüm bir dizi olması konusunda şikayetçi değilim çünkü ana hikaye dışında birçok yan hikaye ile süslenebilecek bir konuya sahip dizi. Mesela Bode’nin kendisini hayalet yaptığı gezide karşılaştığı büyük büyük babası mükemmel bir fırsat bunun için. Ya da Her Yer Anahtarı kullanılarak yazılabilecek binbir türlü fikir ortaya çıkabilir ama Netflix şansını, Dodge karakterinin karnını doyurması, kendine kıyafet seçmesi ve mücevher çalması gibi tembel numaralarla kullanmış. Her anahtar kendi başına bir hikaye konusu olabilir ve bölüm bölüm bu hikayeler de işlenebilirdi. Anladığım kadarıyla çizgi roman bu konular ele alındığında oldukça doyurucu bir iş sunuyor sizlere. Okumaya can attığım bir seri haline gelmesi de tam olarak bundan kaynaklanıyor.
Son bölümlere geldiğinizde ise dizinin tüm eksikliği sadece bunlar olsaymış diyeceğiniz hatalar yapıveriyor birden. Sam’in Anahtar Evi’ne girdiğinde kullanılmayan müzik kutusu ve anahtarı bir nebze anlayabileceğiniz ancak yine de can sıkan bir detay mesela. Onun dışında Dodge karakterinin başında taç olmadan bulunması ve görünüşünüzü değiştiren bir anahtarın varlığının bilinmesi halinde bile hiç şüphe duyulmadan “Tamam bu Dodge işte.” denmesi ise yenilir yutulur bir hata değil.
Diziyi tek sezonla bırakmayacaklarını daha başlamadan tahmin edebiliriz ancak her şeyin tamamen sona erdiği, açılan kapıdan çıkan mermilerin gerçekten kimseye isabet etmediği ve Dodge karakterinin gerçekten yenildiği bir sona oldukça tatmin olacaktım şahsen. Sonuçta elinizde bir sürü anahtar ve anlatabileceğiniz birçok hikaye var ancak ortaya çıkan sonuçtan da şikayetçi değilim. “Sakın o mermilerin size dokunmasına izin vermeyin.” gibi bir replik ortaya atılıyorsa o mermilerden biri illa birine dokunacaktır ve öyle de oluyor.
Netflix gibi bir platformdan, hatalarından ders çıkarmayı beklemek çok gerçekçi bir düşünce değil ancak ellerinde tuttukları potansiyelin büyüklüğü de insana umut vermiyor değil. O yüzden gelecek ikinci sezon bakılmaya değer olabilir. Çizgi romanı için ise gönül rahatlığı ile okunmaya değer diyebilirim. Belki onun incelemesini de görebiliriz bir sonraki sayıda.