Netflix’in En İyi Dizisine Veda: Dark İncelemesi

Dark, Netflix’in en iyi dizisi. Narcos ve The Crown gibi sıkı rakipleri, Ozark ve Black Mirror gibi daha az sıkı rakipleri olsa da, bence kesinlikle Netflix çatısı altında çıkmış en iyi iş. Finaliyle de bunu kanıtlamış oldu. Bu sezona başlamadan önce en büyük korkum Lost veya Game of Thrones gibi finalde ellerine yüzlerine bulaştırmalarıydı ama korkulan olmadı. Belli ki dizinin başından beri planladıkları bir şekilde yaptılar finali.

Dizinin en etkileyici özelliği de bu zaten. Bütün hikayenin ilmek ilmek işlenmiş olması ve ekran süreleri çok olmasa bile bunu onlarca farklı karakteri hikayenin içinde sürekli aktif bir rolde tutarak yapması. Evet dizi Jonas, Martha ve Claudia’nın merkezinde olduğu bir hikayeyle şekilleniyor ama bütün yük bu karakterlerin üzerinde değil veya sahne ışıklarının tamamı onlara ait değil. Katharina, Ulrich, Hannah, Helga ve daha birçok karakter daima döngünün çok önemli ve kilit parçaları. Bu kadar karışık ve takip etmesi enerji isteyen kompleksler kompleksi bir hikayeyi üç sezonda şiir gibi yazmak inanılmaz bir yazarlık örneği ve başarısı. Çok da önemli bir karakter gibi durmayan Bartosz bile aslında aile ağacı içinde kritik bir rolde çıktı.
Diziyi bu kadar keyifli ve ilgi çekici kılan şey de izleme deneyiminin adeta bir beyin ve hafıza jimnastiğine dönüşmesi. Bir sahneyi bile telefona bakarken kaçırsanız ipin ucunu kaçırma ihtimaliniz çok yüksek. Ben diziye yeniyim aslında. Final sezonu çıkmadan 1 ay önce başladım, bilerek başlamıyordum çünkü karışık bir dizi olduğunu bildiğim için üç sezonun da arasına boşluk koymadan kısa sürede bitirmek istedim. O yüzden olaylara ve karakterlere aşina olduğum için üçüncü sezonu anlamak benim için biraz daha kolay oldu. Ama biraz kolay demem bile oldukça zordu. Final sezonunun belki de en büyük sıkıntısı bu, ilk iki sezona göre takip etmesi çok daha zor. Her sahne çok kritik, her sahnenin sezonun geneli için önemi çok büyük. Tek bir replik bile sonraki bölümleri anlamak için anahtar rolünde. Dark’ı bu kadar fenomen bir dizi haline getiren şey zaman yolculuğu konulu bir hikaye işlerken, aktif şekilde zaman yolcuğu yapan birçok karakteri varken ve çoğu zaman aynı bölümün içinde birkaç zaman dilimini anlatırken hikayeyi ileri taşıyan gizemin etkisinin hiç azalmaması.

 

Dizinin hikayesi büyük bir gizem üzerine kurulu olsa da ve bizim diziyi gözümüzü kırpmadan takip etmemizi sağlayan en büyük etken bu gizem de olsa aslında birkaç şey hariç olayların gelişimi o kadar da sürprizlerle dolu değil. Çünkü gelecekten gelen karakterler olaylardan haberleri olmayanlara söylüyor zaten neler olacağını. İlk sezondan beri orta yaşlı Jonas, yaşlı Claudia, Noah, Adam ve Eva’nın söyledikleriyle karakterleri manipüle edip döngüyü koruduklarını izliyoruz. Jonas’ın Adam, Martha’nın Eva olması, Charlotte ve Elizabeth’in birbirlerinin annesi ve kızı olmaları gibi sürprizler var arada sadece. Üç sezon boyunca Jonas’ın Adam olmama ve döngüyü kırma çabasını izledik ancak bunu başarmasının bir yolu yoktu zaten. Son sezonda yaşanan olay olmasa Jonas’ın Adam olması kaçınılmazdı, çünkü Adam da zamanında Jonas her ne yaptıysa aynısını denemişti. Bunu bilerek izledik üç sezonu ve başarılı olamayacağını bile bile hikayenin ilginçliği ve çekiciliği hiç kaybolmadı. Örneğin dizinin ilk bölümünün açılış sahnesinde H. G. Tannhaus’u dinliyoruz:

”Zamanın doğrusal olduğuna güveniriz. Muntazam bir şekilde ebediyen ilerlediğini düşünürüz. Sonsuza dek. Ancak geçmiş, şu an ve gelecek arasındaki fark illüzyondan başka bir şey değildir. Dün, bugün ve yarın peş peşe gelmez. Sonsuz bir döngü halinde birbirlerine bağlıdırlar. Her şey birbirine bağlıdır.”

Geçmiş, günümüz ve geleceğin aynı anda ilerlediği, geçmişin gelecekten etkilenebildiği ve aynı anda var olabildiklerini daha ilk bölümden vermişler dizide. Üç sezon boyunca da bunu izledik.

Final sezonuyla alakalı sıkıntım tamamen takip etmesi diğer sezonlara göre zor olması ve ikinci sezon kadar etkileyici olmaması. Ama bu yaptıkları olumsuz bir şey değil. Çünkü ikinci sezon olayların gelişimi, final sezonu ise sonuçlanması. İkinci sezonda çok daha fazla yeni şey öğrenirken, final sezonunda bu öğrendiğimiz şeylerin nasıl yaşandığına şahit olduk. Bu sezonla birlikte Noah ve Claudia’nın karakter hikayeleri favorim oldu herhalde. Dizide net bir kötü yok zaten, ilk iki sezon boyunca Adam’ı kötü göstermişlerdi ancak her bir karakter bir başkasını kurtarmanın peşinde. Dizinin en sevdiğim yanlarından biri de bu. Her şey birinin kendi çocuğunu kurtarmaya çalışmasını anlatıyor. Dizinin çıkış noktası da bu, Ulrich ve Katharina Mikkel’i, Mikkel Jonas’ı, Claudia Regina’yı, Noah Charlotte’yi kurtarma amacında. Dark, hikayenin itici gücü olarak sevgiyi seçip, bunu harika işleyen inanılmaz bir dizi gerçekten.

Aynı zamanda çözülmesi imkansız bir düğüme dönen bu hikaye, diziye çok yakışır bir şekilde yaptı finalini. Şahsen yakın zamanda tanık olduğum rezalet Game of Thrones ve Star Wars finallerinden sonra Dark’ın finali acayip şekilde tatmin etti beni. Final bölümünün sonunda farklı bir şekilde de bitebileceğinin sinyalini vermişlerdi, spoiler vermeden ”kaza sahnesi” yazayım izleyenler anlayacaktır. Ben öyle bitmesini tercih ederdim ama bu sondan da oldukça memnunum. Son olarak oyuncu seçimlerini övmeden geçemem. Karakterlerin geçmiş, günümüz ve gelecek versiyonlarının birbirlerine inanılmaz derecede benziyor oluşu dizinin en büyük artısı ve hikayeyi takip etmeyi de müthiş şekilde kolaylaştırıyor. İnanılmaz benzerlikler var. Winden’ın gizem dolu havasını, bölüm sonlarına eşlik eden müzikleri, muhteşem ötesi introsunu ve her bir karakterini çok özleyeceğim.

Yorumlar