Sevdiğimiz şeytan yine en sevdiği yerde, ekran karşısında. Lucifer Morningstar’ın yolculuğunda epeyce bir yol almış halde buradayız. Hatırlarsanız kendisinin bitmek bilmez bir aile draması vardı. Biz de bu ailenin birçok üyesiyle tanışmıştık. 5. sezon da tam bu noktada bize bu aile dramasından büyük bir parça daha vermeyi planlıyordu. Bazılarımız sırf Lucifer için, bazılarımız sırf Tom Ellis için, bazılarımız da zaten seviyor oldukları bu dizi için geçtiler ekran karşılarına ve sanıyorum ki çoğumuz bir çırpıda tüketip bitirdik. Ben şahsım adına “Daha ne olabilir acaba?” diyerek geçtim ve ağzımın payını da aldım. Zaten sezon 5’e geldiğimizden, izlemeyen de 5. sezon incelemesine bakıp izlemeye başlama gibi bir delilik yapmayacağından yazımızın çoğu spoiler içerecektir. O yüzden eğer izlemediyseniz lütfen sizi diğer güzel yazılarımıza alalım, izlediyseniz de buyurun kaldığımız yerden devam edelim.
Şeytan’ınımızı en son bıraktığımızda kendisi düzenin bozulmuş olduğu Cehennem’e, Chloe ile yaşadığı romantik dakikalarının ardından dönmek zorunda kalmıştı. 5. sezon da kendisini olduğu gibi Cehennem’de işini yapmaya devam ederken, yukarıda olanları da tekrar işlerine güçlerine dönmüş bir şekilde buluyoruz. Herhalde yapılmış en büyük değişiklik Lux’ın başına Amenadiel’in geçmiş olmasıydı. Diğer karakterlerimiz 4. sezonda yaşanan olayların etkilerini yaşamaya devam ediyorlardı. Linda’nın ilgileneceği bir bebeği, Maze’in terk edildikten sonra çözmek zorunda olduğu problemleri, Chloe ve karakolun diğer üyelerinin de bakması gereken yeni dosyaları vardı. Yani dizinin ilerleyeceği birden çok hikaye kolu vardı.
Şeytan’ımızın kendi hikaye koluna gelmeden diğer karakterlerin bu hikaye kolları ile alakalı biraz konuşmak istiyorum. Çünkü dizinin problemi olarak bahsedebileceğim en büyük sorunu burada başlıyor. Yan karakterlere çizilen hikaye kolları tam olarak planlandığı etkiyi veremiyor. Maze konusunu ele alalım mesela. Eve tarafından terk edildikten sonra yeni sezonda karakterimiz kendini kaybetmiş bir şekilde sezon boyunca oradan oraya atıldı. Annesi Lilith’in hikayeye dahil edilmesi ile kendisi için düzgün bir anlatıma kavuşacağınızı bekliyorsunuz ama Lilith de noir bir dedektiflik hikayesi dışında(ki sezonun en güzel bölümüydü) Maze karakteri için ya da hikayesinin bütünlüğü açısından bizlere bir şeyler sunmuyor. Bu yüzden de Maze’in kendi başına olduğu zamanların bölüm içerisinde izlenebilirliği sürekli olarak azalıyor. Ama bildiğiniz gibi dizinin henüz ilk 8 bölümü yayınlandı, bunun bir de devamı olacak şeklinde kendimi biraz yükseltebiliyorum çünkü çizgi roman okuyanların da bileceği gibi Maze hikaye açısından potansiyeli çok yüksek bir karakter.
Ella da bu şekilde baktığımızda potansiyel olarak en son bakacağımız karakterlerden birisi. Ama kimin, nasıl aklına geldiyse kendisine bu sezon bolca dram ve ihanet dolu bir süreç çizildi. Daha önceki sezonlarda kendisi benim gözümde komik yorumları ve ana karakterlerle girdiği etkileşimlerle eğlenceli anları ile keyifli ara sahneler yaratan aşırı yan bir karakterdi. Bu sezon birden bire kendisi hikayenin alt düşmanı ile ilişkilendirildi. Ki bu ilişkilendirmenin barizliği de olayı oldukça komikleştiren noktalardan birisi. İyi kalpli ona kusursuz davranan sevgilisine karşılık olarak kendisinin sürekli “Kötü adamlara aşık olurum ben.” söylemini birleştirdiğinizde bu kusursuz sevgilinin belki de o kadar kusursuz olamayacağını fark ediyorsunuz hemencecik. Yani, en azından bana öyle oldu. Siz de anladınız mı? Burada bununla alakalı olarak da küçük bir şikayetimi dile getirmek isterim. Dizinin suçlu profillerinin bu kadar kötü olmasından dolayı çok rahatsızım. Bu suçluların amacı arka planda işlenen büyük olaylar esnasında karakterlerin kendi aralarında iletişiminin bir yansıması olmak zorunda olmamalı. Tamam, karışık oldu bu böyle biraz. Demek istediğim Chloe, “Bu aralar tanrısal bir şeylerle uğraşmak istemiyorum.” dediğinde o bölümde yer alan kurbanın bir rahibe okulunda çıkması ironik olması açısından komik. Ama Amenadiel’i de işin içine sokup iletişimlerini bu cinayet üzerinden kurmaya çalışmaları ve bu formülü sürekli tekrarlamaları bir yerden sonra tembellik oluyor.
Böylece Lucifer, Chloe ve Michael üzerinden dönen ana hikayemize geçiş yapıyoruz. Yazının adından da anlayabileceğiniz gibi iyi ve kötünün birbirine karıştığı yerdeyiz tam olarak. Lucifer açısından böyle bir karaktere evrilmesini 4 sezon boyunca yaşananlardan ve benliğinin felsefesi açısından anlayabiliyoruz zaten ancak Michael’ın bu kadar kötü ve aşağı bir karakter olmasını ben hala aklımda bir yere oturtabilmiş değilim. Okuduğumuz ya da bize başka yollar aracılığı ile anlatılan hikayeler dolayısı ile Michael gibi bir karakterin Dünya için sert ve kuralcı olabileceğini düşünmüştüm öncelikle. Ama hareketlerinin tamamen kıskançlık dürtüsü ile açıklanması bana oldukça yavan geliyor. Bir de sanıyorum Tom Ellis’in oynadığı karakter belli olması için yaptığı bir omuz hareketi var çoğunuz fark etmiştir. Bu duruştan dolayı Michael’ın yaralı ya da güçsüz gibi göstermiş olduğundan karakterin kendisine tam olarak adapte olamıyorsunuz. Sonuçta Cennet’in büyük başmeleğinden bahsediyoruz. Bu minvalde kendisinin Lucifer’a çok benzer bir şekilde insanların korkusu üzerinde bir gücü olması da kendisi konusunda aklıma “Sen iyilerden değil miydin?” sorusunu getiriyor.
Dizinin artık yapıtaşı olmuş Lucifer ve Chloe ilişkisi de içinden çıkılamaz bir noktaya gelmiş durumda. Şeytan’ın bir insana aşık olması(evet evet, “Seni seviyorum!” diyemedi daha) zaten başlı başına bir karmaşa yaratıyor ki burada bir de söz konusu insanın Tanrı tarafından sırf bu iş için yaratılmış olması gibi bir ayrıntı da söz konusu. Son bölümde yaşanan kavganın ortasına Tanrı dahil olmasa bu ilişkinin dinamiğinin de artık suyu çıkmaya başladığı kanısına kendimi alıştıracaktım. Çünkü ilişkinin kendi olur-olmazlığının yanında ortaya çıkan doğa üstü güçlerin bloklanlaması ve sonradan açılması konusundaki ihtimaller açısından bir oraya bir buraya sallanması da kabak tadı veriyor artık.
Tüm bu olanlar ışığında Tanrı’nın ortaya çıkması konusu da tam yerinde ama yine de oldukça ters tepebilecek de bir hamle olmuş. Supernatural izleyenler bilecektir, dizi Tanrı’yı hikayeye kattığında çoğu şeyi daha da berbat etmişti. Çünkü Tanrı’nın fiziksel varlığını kabul ettiğimiz durumda bazı durumların çözümlenmesini ve bunun tembelliğe yer bırakmayacak ustalıkta yapılmasını bekliyorsunuz. Sonuçta işin içinde Tanrı var. Tanrı kelimesini bu paragrafta bolca kullanıyorum ki bu sıfatın taşıdığı ağırlık kafalara iyice otursun. Kendisinin Morgan Freeman çakması bir şekilde siyahi bir aktör tarafından canlandırılıyor olması da ayrıca güldürdü beni, ayrı bir not olarak eklemek istiyorum.
Sonuç olarak elimizde ya tamamen dibe vuracak ya da kendini bu karmaşanın içerisinden alnının teriyle kurtaracak bir hikaye örgüsü var. Bildiğiniz ya da şimdi öğreneceğiniz gibi bu 8 bölüm son sezonun ilk kısmıydı. Yine 8 bölümden oluşacak ikinci kısım da Aralık’ta Netlfix’te yerini alacak. Bölüm isimleri de çoktan açıklandı ve izlemek için sabırsızlandığım bir bölümü de bana çoktan garanti olarak verdi. “Daniel Espinoza: Naked and Afraid” isimli bölüm yüzünden yan karakter olarak Dan’den bu inceleme özelinde bahsetmiyorum. Kendisini ikinci kısmın incelemesine saklayarak tam bu noktada sizlere veda ediyorum. Şeytan’a kanmayın ama Michael’a da kendinizi kullandırtmayın!