Okumalar: Black Panther

Chadwick Boseman’ın oldukça genç bir yaşta aramızdan ayrılmasıyla filmlerine olan ilgi bir anda tekrardan arttı. Aslında kendisinin sinema kariyerinin daha başında olduğunu söyleyebilirdik bile. Ardında bıraktğı bu az sayıda filmle bu kadar büyük bir topluluğa hitap edebilmesinde Black Panther karakterini canlandırdığı filmlerin de önemi yadsınamaz fakat sadece buna da indirgenemez. Çizgi roman dünyasının da köklü geçmişe sahip bir karakteri olan Black Panther ise Marvel Sinematik Evreni’nde yeni filmlerle kendine daha çok yer bulacak ancak karakteri Chadwick Boseman’dan devralacak aktörün işi daha zor olacağını şimdiden söyleyebiliriz.

Black Panther aslında subjektif bir yorumla Captain Marvel ile birlikte en farklı Marvel Sinematik Evreni filmi. Çünkü vaat ettiği şey sadece bir kahramanın orijini değil, bildiğimiz anlamda süper kahraman olmayan, görevi soydan gelen, sorumluluğu tüm insanlığa ait olmayan ve Wakanda etrafında şekillenen bir hayata sahip yeni bir kralın hikayesini anlatıyor. Black Panther esasında bir kahraman değil, bir kral. Gücünü ve yetkilerini nasıl kullanmak isterse o şekilde kullanmasının bir engeli olmadığı da filmin sonlarına doğru anlaşılıyor.

Yine film daha başlardan itibaren Wakanda etrafında bazı sorunlarla başlıyor. Daha ilk dakikalarda Wakanda halkının aslında bir bütün değil farklı kabilelerden oluştuğunu ve temelde taşralı-şehirli ayrımını andıran ayrımı ve başka bir kültürle dağlarda yaşayan Jabari kabilesinin varlığını öğreniyoruz. Jabarilerin dışında kalan kabileler içinse daha farklı bir sorun kapıda. Yıllarca içine kapanık yaşamış Wakanda’nın dışarı açılması veya eskisi gibi olarak açılmaması, ancak açılacaksa da savaş veya yardım yoluyla Wakanda’dan dışarıya doğru mu yoksa Wakanda’ya göçmen de alarak dışardan içeriye doğru mu bir açılım?

Filmin geneline yayılan eski (gelenekler, politika, düşünce yapısı)-yeni (değişim, dönüşüm, devrim) ayrımı tüm ilişkilerde kendini gösterir. Fakat buraya bir dipnot düşmekte fayda var, Klaue eski düşman olsa da Killmonger/N’Jadaka/Erik Stevens yeni bir düşman değildir, zihin olarak her iki düşman da birbirine paraleldir. Her ikisi de ırkçıdır, her ikisi de birbirinden hoşlanmasa da amaca giden yolda uzlaşma sağlamıştır, her ikisinin de düşmanlığının merkezi Wakanda’dır, Wakanda olmasının sebebi de teknolojisi ve vibranyumdur ancak sonuç konusunda uzlaşamazlar, birisi Wakanda’ya ait olanı almanın diğeri ise kullanmanın peşindedir. Aslında tüm film geçmişten gelen sorunları çözmekle alakalıdır. Kral T’Chaka kardeşi N’Jobu ile son yüzleşmesini ve istemeden de olsa onu infaz edişini gizlemiş ve olayın üzerini kapatmıştır. Klaue zaten geçmişten beri Kral T’Chaka’nın çözemediği bir sorun olarak kalmıştır. Eğer Wakanda yeni bir yola girecekse geçmişten kalan sorunlar çözülmelidir ve sorunu çözen de Wakanda’nın kaderini ellerinde tutacaktır.

Wakanda’nın Klaue sorununu çözen Killmonger, Wakanda’yı zaten eşiğinde olduğu ayrımla karşılaştırır. Ortada bir dış dünya vardır ve onunla etkileşim bazen bir gereklilik bazen de bir talep şeklinde kendini göstermektedir. Ama bu nasıl olmalıdır? Bu sorunun cevabı iki farklı kral ve iki farklı Black Panther doğurmaktadır. Bu iki kral neredeyse eşit derecede kabul görmektedir, Wakandalılar yeni kral ile birlikte dışa açılmaya istekli olduklarını da göstermiştir, zaten dış dünyayı takip etmekte ve casuslar yoluyla izlemektedirler. Filmin sonundaki dönüşüm, Kral T’Challa için bir zorunluluk olmuştur da denilebilir, çünkü filmin başında değişime açık olsa da daha gelenekçi ve daha savunmacı hatta muhafazakar bir tutumla Wakanda’yı dışarıya açmaktan yana olmadığını pek çok sefer görürüz.

Killmonger ile Kral T’Challa’nın düşmanlıkları hatta kendine ait olduğunu düşündükleri fikirler bile kendine ait değildir. Babalarının yolundan gitmeye çalışan ve babalarından gördüklerini uygulayan bu iki kuzen, mecburi düşmandırlar. Her açıdan birbirlerine denklerdir, Wakanda tahtında hakları aynıdır ve filmin sonunda iki denk kral olarak savaşırlar. İşte filmin politik, felsefik ve mitolojik olarak çözümleneceği noktalar burada başlar. Black Panther filmini farklı yapan filmin esas düşman ile daha anlaşılır kılınması. Çünkü T’Challa’nın karşı olduğu şeyleri ve dönüşümünü anlamlı kılan düşmanı, kahramanı çözümleyense savunmadığı şeyler. Peki ipin ucunu nereden yakalıyoruz?

N’Jobu’nun Oakland’daki evinin pek çok farklı yerinde Public Enemy adlı müzik grubunun posterlerini görürüz. Bu müzik grubu zamanında Afro-Amerikan bir direniş örgütü olan Black Panther Party’nin bir destekçisi olup, Black Panther Party de Marksist bir örgüt olarak kabul edilir. Oakland merkezli bu örgütlenmenin bugün hala bilinen on maddelik programı Marksist öğeler içerse de daha çok Afro-Amerikanlar için bir adalet isteğiydi. Aslında bu yıllarda Afro-Amerikanlar direniş biçimleri ve örgütlenme olarak fazla bölünmüşlerdi, Martin Luther King Jr. grubu, Nation of Islam grubu, Black Panther Party grubu kısa bir araştırmayla bulunabilecek örgütlenmeler. Dini veya politik ayrımlara göre fazlaca şekillenen bu grupların kimisi şiddet karşıtıyken kimisi şiddet yanlısı kimisi de siyah-üstünlükçüydü. Örneğin bugün de faaliyetlerine devam eden New Black Panther Party, eski grup tarafından reddedilmektedir çünkü Nation of Islam etkisinde ve siyah-üstünlükçü düşüncelere sahip bu örgütlenmenin eskisiyle hiçbir alakası olmadığını belirtirler.

Nation of Islam ise bugün adı pek anılmayan bir oluşum olsa da o dönemde Malcolm X’in de içinde bulunduğu radikal bir örgüttü. Hatta Malcolm X kendilerinden ayrılıp, eleştiri oklarını da onlara yönelttiğinde bugün hala aydınlatılamayan bir suikaste kurban gidecekti. Malcolm X örneği burada önemli, çünkü Killmonger karakteri bazı değişikliklerle onun hayatı örnek alınarak oluşturulmuş dememiz mümkün. Malcolm X kendisini bu isimle anmamızdan önce aslında suç listesi kabarık bir isim, Nation of Islam’a katılmasıyla Müslüman olan ve örgütün siyah-üstünlükçü düşüncelerinin en ateşli savunucusu ve şiddeti kesinlikle savunan bir isim. Martin Luther King Jr. ile çelişen ve zaten onu da bu yıllarda eleştiren Malcolm X, öfkesini hayatının son birkaç yılına kadar gizlemeyen ve Nation of Islam öğretilerinin de etkisiyle uzlaşılmaz bir insandır da. Ancak Nation of Islam, dini olarak İslam ile hiç alakalı olmayıp tamamen ırk temelinde dizayn edilmiş ve Afrikalılar haricinde herkese düşmanlık besleyen hatta şeytan ilan ederek İslam’ın sadece ”siyah insan” için gönderildiğine inanan bir örgüttü. Ama tüm bu karmaşayı ve nefreti yine Malcolm X güzel bir cümleyle açıklıyordu; ”Ben şiddet savunuculuğu yapmıyorum, ama adam durup dururken gelir benim ayağıma basarsa, ben de onun ayağına basarım.”

Burada Frantz Fanon ismi akla gelebilecek ilk isim olabilir. Bugünkü siyahilerin hak arama mücadelesinde bu düşünürün etkisi oldukça fazladır. Hatta sömürgeciliğe karşı tüm silahlı mücadelenin düşünsel temellerini atmıştır da diyebiliriz. Ülkemizde Siyah Deri Beyaz Maskeler ve Yeryüzünün Lanetlileri eserleriyle bilinen Fanon, şiddete yaklaşımı nedeniyle tepki toplamış bir isimdir de. Şiddete atfettiği anlam ve önem bugün neredeyse her silahlı örgütün kabul ettiği ve bundan sebep eylemlerini etkileyen hususlardır. Pasif eylem biçimlerini kabul etmeyen Fanon, sömürülenin sömürgeciye sıkacağı ilk kurşunun yılların getirdiği o sinmişliği yok edip sömürge insanı olma özelliğinden sıyrılacağını ve sömürülenin eskiden sıyırılarak ruhunun yeniden doğacağını söyler. Şiddeti arındırıcı bir eylem olarak görmesinin yanında Fanon’un sık kullanılan tabirle şiddeti katarsis aracı olarak görmesi de büyük bir eleştiri konusu olmuştur. Killmonger ve şiddet ilişkisini bu bağlamda yorumlamak mümkündür.

Bu noktada sömürgeciye karşı pasif direnişin en tanınan ismi Gandhi ve ondan ilham alarak Afro-Amerikan hakları için benzer biçimde mücadele etmeyi savunan Martin Luther King Jr. ve düşünceleri devreye girer. Gösteriler, boykotlar ve sivil itaatsizlik üzerine şekillenen ve her konuşmasında birlikte yaşama vurgu yaparak ilerleyen bu topluluk, radikal tutuma sahip olmadığı halde çok defa sert bir biçimde bastırılmış, gösterileri engellenmek istenmiş hatta Afro-Amerikan diğer örgütlenmeler içinde de sık sık eleştirilmişti. Ancak uzun uzun anlatmaya gerek yok, Martin Luther King Jr. şu cümlelerle tüm her şeyi özetlemektedir; ”Karanlık karanlığı uzaklaştıramaz; bunu ancak ışık yapabilir. Nefret nefreti uzaklaştıramaz; bunu ancak sevgi yapabilir.”

Killmonger ile Malcolm X arasındaki paralellikleri görmek aslında mümkün. Malcolm X, Nation of Islam örgütüne katılana kadar çeşitli suçlar işlemiştir, her ne kadar hayatının sonlarına doğru ılımlılaşsa da aşırı düşünceleriyle tanınmış ve sonunda yine Afro-Amerikalılarca öldürülmüştür. Hem de kendi içinden çıktığı Nation of Islam örgütü tarafından. Yine de Killmonger’in Malcolm X olması, Kral T’Challa’yı Martin Luther King Jr. yapmıyor, en azından filmin son çeyreğine kadar. Aslında filmde sık kullanılan bir ölüm metaforu izleriz. Babasının ölümü ardından T’Challa’nın hala kral olmadığını ve bunun için gerçekleşmesi gereken bir ritüel olduğunu öğreniriz. Bu ritüel ile önce elde ettiği güç elinden alınırken ritüelin ardından gerçekleşen ikinci bir ritüel ile ikinci bir öte dünya deneyimi yaşadığını görürüz. Babasının intikamını almış bir genç olarak yattığı topraktan Wakanda kralı olarak uyandığı bu deneyim ikinci kez tekrar ettiğinde T’Challa ikinci bit öte dünya deneyimi yaşayarak içe kapanık Wakanda geleneklerini sorgulayan yeni bir Wakanda kralı olarak uyanır. İşte yukarıda bahsettiğimiz iki farklı eğilim de böylelikle ortaya çıkmış olur.

Sürekli devam eden ölüm ve yeniden doğuş, mitolojide pek çok farklı şekilde tezahür etse de, bu filmde Kuzey Afrika’nın en tanıdık mitlerinden Mısır mitlerine bir atıfta bulunur. Tanrı Osiris, bu mitlerde bilinen ölüm ve yeniden dirilmenin tanrısı olarak filmde Black Panther karakterinin potasında eritilir. Mitlerdeki Osiris-Seth mücadelesi yani iki kardeşin taht mücadelesinin yanında, Osiris yaşam ve ölüme dair neredeyse her şeyin tanrısı ve yargıcı, Seth ise düzensizlik, şiddet ve yabancılar tanrısıdır. Bu iki düşman ve kardeş ile filmimizin iki düşmanı ve babalardan kalma düşmanlıkların sahibi iki kuzen… Tıpkı Osiris’in nehre atılışı gibi T’Challa da şelaleden atılır ve Jabariler tarafından nehrin kıyısında bulunur, Isis’in Osiris’i kurtarması gibi Nakia da T’Challa’yı kurtarır. Yeniden dirilen T’Challa tıpkı Osiris gibi ”ölüleri yargılayan” bir sahneyle son çeyrekte dönüşümünü tamamlar.

Filmin Wakanda için de bir sonucu var. Aslında A.B.D. ile paralel bir son öngörülüyor. Birinci Dünya Savaşı’na dek olabildiğince izole şekilde varlığını sürdüren A.B.D. savaşın sonunda ülkeler arası barışın bir aktörü olma iddiasıyla küresel siyaset meydanına çıkmış, küresel bir aktör olma umudu İkinci Dünya Savaşı’na değin pek mümkün olmasa da sonrasındaki yardım politikaları ve siyasi hamlelerle bugün olduğu noktaya gelmiştir. Dünya’ya entegre olacak bir Wakanda için de iki seçenek vardır, ya savaş ya da barış. Hatta filmin sonunda Dünya için Wakanda’nın ne yapabileceği küçümseyici bir tavırla sorulur, tıpkı Birinci Dünya Savaşı ertesinde dönemin önde gelen devletlerinin A.B.D. için benzer bir küçümseme gibi.

Sonuç olarak, karşımızdaki film bize aynı evrenin sunabildiklerinden fazlasını sunuyor. Subjektif bir yorumla, evrenin motivasyon sebepleri en belirgin kötüsünü sunarken, ayrıca süresi için yoğun da bir deneyim yaşatıyor. Yapıldığı ülke göz önüne alındığında, yönetmen yıllardır hala tam manasıyla bitirilememiş bir Afro-Amerikan sorunu olduğunu da kendi ülkesine hatırlatırken, kendi tarihinden de beslenerek mücadelenin hala iki başlı devam ettiğini de izleyiciye hatırlatıyor. Elbette kötü karaktere devrimci bir portre çizerken, filmi evrimci bir sonuca bağlayarak, kökten ve yıkıcı bir değişimi değil birlikte ve yumuşak bir dönüşümü salık vererek de filme noktayı koyuyor. Ayrıca Afrofütürizmi geniş bir kitleyle buluşturarak en azından bilmeyenleri için yeni bir bilimkurgu örneği de sunmuş oluyor. Kısacası, film hem kendi kurgusal evreninin hem de gerçek hayatın geçmişiyle hesaplaşarak aynı zamanda bizi yeniye taşıyor.

Yorumlar