The Haunting serisinin ikinci bölümü olan Bly Manor geçtiğimiz ay yayınlandı. Hill House’ın başarısından sonra çok büyük bir beklenti yaratan Bly Manor, çok korkutucu bir sezon bekleyen seyirciyi tatmin etmezken bir kısım seyirciyi fazlasıyla mutlu etti. Fakat unutmamak gerekir ki en nihayetinde, Bly Manor bir hayalet hikayesi değil, bir aşk hikayesi.
Dizinin konusundan kısaca bahsedelim. Dani isimli genç bir kadın, ailelerinin ölümü ardından bakımları amcalarının üzerine kalmış iki çocuğa yatılı olarak mürebbiyelik yapmak için Bly Malikanesi’ne gider. Bir yandan Fiona ve Miles adlı bu iki çocukla ilgilenip bir de kendi sıkıntılarıyla mücadele eden Dani, çok geçmeden malikanenin korkutucu sırlarıyla da yüzleşmek zorunda kalacaktır.
Hill House sonlandıktan sonra devamını izlemek için can atıyorduk. İkinci bir sezon geleceği duyurulduğu zaman dizinin hayranları olarak sevinçten havalara uçmuştuk fakat her şey umduğumuz gibi olmadı. Hill House’ın devam sezonu yerine The Haunting adı altında tamamen farklı bir hikayenin anlatılacağını öğrendik ve bu noktada yeni bir korku antolojisiyle tanışmış olduk.
The Haunting, en popüler korku antolojilerinden biri olan American Horror Story’den alışık olduğumuz üzere, bir önceki hikayedeki oyuncuları yeni bir hikayede farklı karakterler olarak kullanmış. Bly Manor’un ana karakteri Dani’yi, Hill House’ta Nell Crain olarak tanıdığımız Victoria Pedretti canlandırıyor. Hill House’ta oynayıp bu hikayede de yer alan oyuncular arasında Oliver Jackson-Cohen, Henry Thomas, Carla Gugino ve Kate Siegel de var.
Hill House, Shirley Jackson’un Tepedeki ev adlı romanının uyarlamasıydı. Daha önce pek çok kez sinemaya adapte edilmiş bu roman dizide neredeyse tamamen değiştirilmişti. Bly Manor da bir roman uyarlaması. Bu sefer Henry James’in Yürek Burgusu adlı romanından uyarlanan yeni sezon, orijinaline çok daha sadık. Her ne kadar bir çok yeni şey eklenmiş olsa da romanla aynı çizgide ilerlemeye çalışan Bly Manor, her iki hikayeyi de okuyan beni bu yönüyle daha çok tatmin etti. Henry James okurları için de güzel bir ayrıntı verelim; bölümlerin bir kısmının adları yazarın kısa öykülerininkilerle aynı. Ayrıca diziyi sevenlere kitabını okumalarını, bir de 1961 yılında yayınlanan The Innocents adlı adaptasyonu izlemelerini öneririm.
The Haunting antolojisinin yaratıcısı, günümüz korku sinemasının en popüler yönetmenlerinden biri olan Mike Flanagan. En son, efsane The Shining’in devamı niteliğindeki Doctor Sleep filmini çeken Flanagan, şu an Midnight Mass isimli yeni bir dram-korku dizisi üzerinde çalışıyor. Hem filmlerinde hem de dizilerinde aynı oyuncuları sıkça kullanan yönetmenin yeni dizisinde de önceki işlerinden tanıdığımız oyuncuları göreceğiz.
9 bölümden oluşan Bly Manor’ın her bölümünde dizideki farklı bir karakteri daha yakından tanıdığımızı söyleyebiliriz. Bu karakterlerin hayatlarının derinlerine indikçe yeni ipuçları yakalıyor ve asıl hikayemizdeki düğümleri birer birer çözüyoruz. Bu açıdan “Ölüler Mihrabı” adlı beşinci bölümün bir dönüm noktası olduğunu söyleyebiliriz. Dizide belli bir yere kadar gelip bırakmamayı düşünen izleyicilere en azından bu bölüme kadar izlemeyi denemelerini söylemek istiyorum. Zaten bu bölümü izledikten sonra Bly Manor’ı bitirmeden rahat edemeyeceksiniz. Tamamen geçmişte geçen ve tüm sorularınızın cevabı olacak “Eski Giysilerin Romansı” adlı siyah beyaz sekizinci bölümle final bölümü olan “Ormandaki Canavar” da beşinci bölümle beraber dizinin en iyi bölümleri olmuşlar.
Bly Manor’un teknik özelliklerinden bahsedeyim biraz. Birer saatlik dokuz bölümden oluşan bu dizi yavaş ilerlese de her bölümde yeni bir sürpriz patlatarak merakınızı diri tutuyor. İlk bölümden son bölüme kadar her şey ilmek ilmek işlenmiş, pek çok detaya yer verilmiş. Hatta dizi hakkında bazı noktalarda hoşuma gitmeyen tek şey bu olabilir. Her şey en nihayetinde açıklığa kavuşuyor ve seyircinin aklında hiç soru kalmıyor. Bu aslında iyi bir şey gibi görünse de bazı detayların göstere göstere açıklanmasındansa ucu açık bırakılması daha hoş olabilirdi. Yine de bu büyük bir problem sayılmaz, varsın büyük bir problem olsun. Bunu telafi edecek daha pek çok özelliği var.
Karakterlere fazlasıyla odaklanan bir yapımdan bekleneceği gibi gördüğümüz her karakterin hikayesini de derinlemesine öğreniyoruz ve bu onlarla kolayca bağ kurmamıza, hatta yer yer ağlamamıza, sebep oluyor. Senaryo da daha çok bu karakterlerin hikayelerini temel aldığı için oldukça sağlam.
Dizinin kişisel olarak en sevdiğim özelliklerinden biri müzikleri. Hatta bu yazıyı o müzikler eşliğinde yazdığımı da söylemeden geçemeyeceğim. Diğer herkesin de katılacağı gibi dizi harika çekilmiş. Malikanenin atmosferi ve renk tonları başlı başına güzel bir görüntü oluştururken bunlara bir de başarılı bir yönetmenlik eklenince her şey dört dörtlük olmuş. Bly Manor ziyadesiyle harikulade…
Gelelim dizinin en çok eleştirilen noktasına; seyirciyi korkutmaması. Hill House’ı izlerken ürken izleyici, Bly Manor’dan da aynı performansı bekleyince hayal kırıklığına uğradı. Bu noktada Bly Manor’un Hill House kadar korkutmadığını kabul etmeliyim fakat asıl mesele bu değil. Bu noktada sık sık karşılaştığım bir eleştiriyi yorumlamak gerektiğini düşünüyorum. “Bly Manor korku değil dram dizisi.” Sinemayla ilgilenmeye başladığım ilk yıllardan itibaren korku türündeki pek çok yapımı bazı eksiklikleri yüzünden korku türünden çıkaran izleyicilerle karşılaştım. “The Evil Dead, korku filmi değil komedi filmi resmen, bunun nesinden korkacağım!” “Saw bir korku filmi değil sadece iğrenç bir film.” ve şimdi “Bly Manor korku dizisi değil dram dizisi.” Bir yapımın birden fazla türle ilişkili olabileceğini açıklamaya gerek bile görmediğim için direkt “korku unsuru” konusuna değineceğim.
Korku eserleri; hayaletler, vampirler, kurtadamlar, zombiler, canavarlar, cadılar, vahşi hayvanlar, iblisler ve katiller gibi varlıkları ve ayrıca işkence, aşırı kan, satanizm, yamyamlık ve felaketler gibi olayları konu alan eserlerdir. Elbetteki temel amaçlarından biri seyirciyi korkutmak olsa da bu kesinlikle olması gereken bir özellik değildir zira korku göreceli bir kavramdır. Her insanın korkuları farklıdır ve herkes izlediği yapımlardan aynı şekilde etkilenmez. Sadede gelecek olursak; korku türündeki bir yapımın sizi korkutmamış olması onun korku olma özelliğinden hiçbir şey kaybettirmez. Bu size kahkaha attırtmayan bir komedi filmine “Komedi filmi değil” veya sizi ağlatmayan bir dram filmine “Dram filmi değil” demekten farksızdır. Yani şu noktada anlaşalım; Bly Manor bir korku dizisidir.
Bly Manor’un korku türünde olması aynı zamanda ve hatta daha fazla, dram türünde olduğunu da değiştirmiyor elbette. Bu noktada dizinin hangi korku unsurlarını kullandığına bakmamız gerek. Kökü, Türkçe karşılığı ruhların dadanması anlamına gelen “haunt” kelimesi olan “haunting” kafaya takılan ve akıldan çıkmayan rahatsız edici şeyler için kullanılır. The Haunting serisi ilk bakışta hayaletleri konu alınıyor gibi görünebilir, ki bu bir bakımdan doğrudur da. The Haunting serisi içimizdeki hayaletleri konu alıyor. Bu noktada dizinin uyarlandığı romanlara bir bakmak iyi olacaktır. Hem 1959 yılında yayımlanan Tepedeki Ev ve hem de 1898 yılında yayımlanan Yürek Burgusu da hayalet öyküleri olarak anılan son derece üzücü, karakterlerin hem bu uğursuz mekanlardaki hem de kendi içlerindeki hayaletlerle savaştığı hikayeler aslında. Yayımlandığı zamanlarda okuyucularını korku, aynı zamanda da dram yönünden tatmin eden bu eserler, uyarlamalarıyla, özellikle Bly Manor, günümüz dünyasında izleyicilerini pek mutlu edebilmiş değil. 1898 yılında yaşayan biri için hayaletler son derece korkutucu olsa da günümüzün dünyasında her çeşit hayaleti izlemiş seyirci için bunların korkutucu gelmemesi çok doğal.
Dizide pek çok ürkütücü sahne olduğunu kabul etmek gerek. Bu sahneler arttırılarak çoğu niteliksiz korku filminin yaptığı gibi jumpscareler eşliğinde sunulabilirdi elbette ama kaliteden ödün vermemek için bu yöntemin seçilmemesi çok doğal. Şimdi gelelim dizinin asıl korku unsuruna. Evet, günümüzde artık neredeyse kimse hayaletlerden korkmuyor ve ekranda sizi fazlasıyla korkutacak hayaletler görmeniz de imkansız fakat hepimizin korkacak yeni bir şeylerimiz var. The Haunting serisi de uyarlandıkları eserlerdeki satırlar arasına gizli, bu asıl hayaletleri çıkarıp bize sunuyor; kendi hayaletlerimizi. Filmi bitince veda edeceğimiz, yok olacak ve uçup gidecek hayaletlerden korktuğu yok artık kimsenin. Hepimizin, peşimizi bırakmayan, her daim yanımızda olan kendi hayaletlerimiz var artık. Bu hayaletler sürekli bizimle, zihnimizde ve bir yere de gittikleri yok. Pişmanlıklarımız, günahlarımız, hatalarımız… Uyuyamadığınız bir gecede hangisi daha çok canınızı sıkar, hangisi daha çok korkutur sizi? İzlediğiniz bir filmlerdeki hayaletler mi yoksa yanı başınızdakiler mi?
Dizinin asıl korkutucu yönü işte bu. Mutlu gördüğümüz tek karakter daha kendi hayaletleriyle tanışmamış küçük çocuklar. Onlar dışındakilerse hallerinden pek memnun değiller çünkü hepsi çok korkuyorlar. Dizinin bu yönüyle bağ kuramayacak kadar tasasız seyirciler adına çok mutlu olsam da benim hissettiklerimi hissedip dizinin bu yönünden etkilenenler için çok üzgünüm. Biliyorum ki karakterlerin asıl hayaletlerinden en az onların korktuğu kadar siz de korktunuz çünkü nasıl hissettirdiğini biliyorsunuz. İşte bu korku, 2020 yılında yayınlanan bir dizi için en ideal ve en modern korku unsurlarından biridir.
Yazan: Selin Kurtulmuş – @selin_kurtulmus