1 Yönetmen, 5 Film: Zack Snyder

Dawn of the Dead

Bir hemşire olan Ana, kocasının, evlerine giren küçük bir kız tarafından ısırılmasıyla güne başlar. Ardından kocasının kendine saldırması üzerine evden kaçan Ana, her yerin kaos içinde olduğunu görür. Ana, arabayla gidebildiği yere gittikten sonra kurtulan başka insanlara rastlar. Grup hayatta kalabilmek için yakınlarındaki alışveriş merkezine sığınır. Zamanla sayıları artan grup, alışveriş merkezinde daha fazla barınamayacaklarını anladıklarında içinde bulundukları zombi salgınında hayatta kalmak için yeni bir plan yaparlar.

Dawn of the Dead, Snyder’ın kariyerindeki ilk sinema filmi. Hem ilk filmi olduğundan, hem de dönemin teknolojisinden dolayı, Dawn of the Dead’in, yönetmenin diğer filmlerine göre daha az gösterişli olduğunu söyleyebiliriz. Ama bu durum sizi yanıltmasın, filmin kötü olduğu anlamına gelmiyor bu. İlk filmler her zaman zorludur. Hele çektiğiniz ilk film, efsane yönetmen George A. Romero’nun en sevilen filmlerinden birinin yeniden çevrimiyse… Fakat Snyder, çoğu yeniden çevirimin aksine gerçekten başarılı bir işe imza attı. Senaryosunu James Gunn’ın yazdığı ve Snyder’ın yönettiği bu film, en popüler zombi filmlerinden biri oldu.

Dawn of the Dead’i izlerken zamanın nasıl geçtiğini anlamıyor insan. Filmin henüz ilk dakikalarındayken yükselen temposu, sonuna kadar aynı şekilde devam ediyor. Zombilerle savaşan karakterlerimiz, zaman zaman kendi aralarındaki çatışmaların da kurbanı oluyorlar. İzleyeni baya geren ve yer yer üzen bir zombi filmi Dawn of the Dead. Korku dozu çok yüksek olmadığı için herkese gönül rahatlığıyla önerebileceğim bir film. İzleyen herkesin zevk alacağına eminim. İzleyip doyamayanlara da bir müjde vereyim. Snyder’ın yeni zombi filmi Army of the Dead, 21 Mayıs tarihinde yayında!

300

Pers Kralı Xerxes, köle imparatorluğunu genişletmek için devasa ordusuyla Yunanistan’ı işgal ettiğinde, cesur Kral Leonidas, Yunanistan’a karadan ulaşmanın tek yolu olan Thermopylae’nin geçişini savunmak için üç yüz savaşçıdan oluşan kişisel ordusunu toplar. Cesaretini ve adamlarının büyük savaş becerisini kullanarak, hain bir Yunan vatandaşı, Kral Xerxes’e Leonidas’ın ordusunun arkasına giden gizli bir patikanın konumunu söyleyene kadar Thermopylae’yi savunur. Bu sırada eşi Spartalı Kraliçe Gorgo, konseyi, Yunan ordusunu Perslere karşı savaşmaya göndermeye ikna etmeye çalışır.

300 Spartalı’yı duymayan yoktur herhalde. Ünü o kadar fazla ki, hala hem Türkiye’deki hem de dünyadaki en sevilen savaş filmlerinden biri. Bu popülerliği de hak ettiğini söylemek yanlış olmaz.

Kadrosunda gerçekten başarılı oyuncular var. “This is Sparta!” repliğiyle efsaneleşen karakter Kral Leonidas’ı canlandıran Gerard Butler, bu rolüyle unutulmaz bir performans sergiliyor. Kraliçe Gorgo rolünde ise, Cersei Lannister karakteriyle hafızalara kazınan Lena Headey var. Ne kadar başarılı bir oyunculuk sergilediğini az buçuk tahmin edersiniz. Bu iki oyuncunun yanı sıra, bu filmin bayıla bayıla izlediğimiz bir oyuncunun rol aldığı ilk sinema filmi olduğunu söylemeden geçmeyeyim. O kişi ise Magneto’muz Michael Fassbender.

Snyder’ın kendine has film tarzına aşinayız ve bu filmde de ondan bolca var. Her filminde kullandığı renk tonları ve çekim teknikleriyle destansı savaş sahneleri çeken Snyder’ın çektiği henüz ikinci film olan bu efsanevi savaş filmi tüm zamanların en sevilenlerinden biri oldu. 300, sadece en iyi savaş filmlerinden biri olmakla kalmayıp aynı zamanda en iyi çizgi roman uyarlamaları arasında da yerini aldı. Frank Miller’ın aynı adlı çizgi romanından uyarlanan film orijinaline o kadar sadık ki pek çok paneli direkt olarak film karesinde görmek mümkün. Snyder, bu panelleri alıp kendi tarzında işleyerek orijinaline bağlı kalan ama bir yandan da görsel açıdan özgün olan bir iş çıkardı. İşte bu sayede 300, tüm zamanların en popüler filmlerinden biri haline geldi.

Watchmen

Watchmen, kostümlü süper kahramanların günlük toplumun bir parçası olduğu ve ABD’nin Sovyetler Birliği ile gerginliğini gösteren Kıyamet Saati’nin kalıcı olarak gece yarısına beş dakika olarak ayarlandığı alternatif bir 1985 Amerika’sında geçiyor. Eski meslektaşlarından biri öldürüldüğünde Rorschach, geçmiş ve şimdiki tüm süper kahramanları öldürmek ve itibarsızlaştırmak gayesine odaklanan bir komployu ortaya çıkarmak için yola çıkar. Çizgi Kafe okurlarına Watchmen’i anlatmaya gerek olduğunu bile düşünmüyorum. Çoğumuz çizgi romanı yalayıp yutmuş, filmi defalarca izlemiş ve dizisi için gün saymışızdır. Ama bir Zack Snyder listesi yaparken Watchmen’i anmadan geçmek olmaz diye düşündüm.

Watchmen’ın tüm zamanların en iyi çizgi romanı olduğunu söylersem çoğunluk bana hak verecektir. Peki, Zack Snyder’ın sinema uyarlaması da o kadar iyi miydi? Bana göre Watchmen, Snyder’ın en iyi filmi olmakla kalmayıp aynı zamanda gelmiş geçmiş en iyi çizgi roman uyarlamalarından biriydi. Çekildiği 2009 senesinden bu yana, gelişen teknolojiye rağmen Watchmen kadar etkileyici bir çizgi roman filmi çekilebildiğini düşünmüyorum. Elbette bunun en büyük sebebi Alan Moore ve Dave Gibbons’ın Watchmen’i. Elde bu kadar iyi bir malzeme varken bu filmi batırmak zor olurdu zaten. Snyder, aynen 300’de yaptığı gibi, panelleri birebir alıp kendi tarzıyla yorumlayarak çizgi romana sadık bir film çekmiş, kısmen…

Snyder’ın Watchmen’inin tek ve en büyük hatası, çizgi romanda son derece önemli olan bir yaratığa filmde yer vermemiş olmak. Hazırladığı alternatif son fena olmasa da çizgi romanın hayranları için büyük bir hayal kırıklığıydı. Yaratığı filmden çıkarmasıyla hem gizli adanın sakinlerini hem de Black Freighter çizgi romanını filme eklemesine gerek kalmayan Snyder’ın filmde yaratığa yer vermemesinin sebebi de filmin zaten üç saate yakın olan süresini daha da uzatmamakmış. Objektif olarak bakıldığında, bu kabul edilebilir bir gerekçe olarak görülebilse de gerçek bir eksiklik olduğu ve okuyucuları üzdüğü ortada.

Watchmen, üç saate yakın olmasına rağmen bir çırpıda izlenecek ve daha önce defalarca izlemiş olsak bile denk geldiğimizde sanki ilk defa izliyormuşçasına heyecanla izleyeceğimiz harika bir çizgi roman uyarlaması. Her ne kadar çizgi romanın yerini asla tutamayacak olsa da, başarısı ortada.

Sucker Punch

Babydoll, tacizci üvey babası tarafından lobotomi operasyonu geçireceği akıl hastanesine kapatılır ve tesisteki diğer dört kadınla kaçmak için komplo kurduğu hayal gücünde fantastik bir dünyaya çekilir. Sucker Punch hem izleyiciler hem de eleştirmenler tarafından yerden yere vurulan bir film. Çoğu kişi için ya ortalama ya da vasat. Peki neden? Film gerçekten kötü mü, yoksa tamamen güçlü kadınlara odaklanan bir film olması ortalama izleyiciyi rahatsız mı etti? Filmin en büyük hayranlarından biri olarak bunlara değinmek de bana düşüyor.

Sucker Punch, tam bir Zack Snyder filmi. Kendisine has aksiyon sahneleri, atmosferi ve renk kullanımı akıllara hemen Snyder’ı getiriyor fakat bunu yaparken sıradanlaşmayıp son derece karakteristik bir film ortaya koyuyor yönetmen. Babydoll’un zihnine göre değişen renk paleti de filmin en göze çarpan özelliklerinden. Özellikle epik savaş sekansları herkesin soluksuz izleyeceği türden. Senaryosunu tamamen Zack’in yazdığı tek film olduğunu söylemeden de geçmeyeyim.

Snyder’ın kaleminden çıkan senaryonun biraz kafa yorucu olduğu bir gerçek. Filmde, Babydoll ve arkadaşlarının hastanede kaldıkları süre boyunca yaptıklarının Babydoll’un zihindeki yansımalarını izliyoruz. Bu yansımalardan birinde, karakterlerimizin akıl hastanedesindeki hayatlarını ve uğradıkları istismarları, Babydoll’un zihninde olduğu gibi, özel bir kulüpte zorla tutup dansçılık yapan kadınlar olarak izlerken, bu dansçı kadınların, kaçışları için gerekli olan eşyaları toplama yolunda başvurdukları zorlu yönetmlerin üstesinden nasıl geldiklerini izlerken ise onları tehlikeli düşmanlarla savaşan beş savaşçı olarak görüyoruz. Çok katmanlı bir senaryo anlayacağınız.

Sucker Punch ilk bakışta cinsiyetçi, hatta erkeklerin beğenisi için çekilmiş bir film gibi görünebilir. Ama tam aksine, film seyirciye kadına uygulanan fiziksel, cinsel şiddet ve objeleştirmeye odaklanarak aslında izleyiciye görmeyi umduklarının altında yatan gerçekleri sunuyor. Tarih boyunca, belli cinsiyet rollerine uymayan, yani erkeklerin işlerine gelmediği gibi davranan kadınların kapatıldığı gibi bir akıl hastanesinde geçiyor film. Buraya kapatılmalarının ardından da hastane çalışanları tarafından istismara uğruyorlar. Bu istismarı filmde üstü kapalı şekilde anlatsalar ve direkt olarak görmesek de varlığını biliyoruz ve gerçek hayatta olduğu gibi gözümüzü bu şiddete kapamış oluyoruz. Filmin en tartışma konusu yaratan kısmı ise karakterlerin cinselleştirilme ve objeleştirilmesi. Fakat aslında olan, filmi, seksi kıyafetli kadınları izleme beklentisiyle izleyen seyirciyi, aynen filmdeki kızları objeleştirip istismar eden erkekler ile aynı konuma koymak.

Sucker Punch, filmin gerçek odak noktasını anlayabilen seyirci için çok değerli bir film. Fazla metafor kullanımına rağmen bu özelliğinde kaybolmayan, aksiyon ve görsellik açısından da dolu bir film. Müzikleri de şahane. Sucker Punch ya anlaşılmadığı ya da birilerinin canını fazlasıyla sıktığı için son derece önemi bilinmeyen bir film.

Man of Steel

Clark Kent adlı genç bir çocuk olağanüstü güçlere sahip olduğunu ve bu dünyadan olmadığını öğrenir. Genç bir adam olarak nereden geldiğini ve buraya ne yapmak için gönderildiğini keşfetmek için yola çıkar. Ama dünyayı yok olmaktan kurtarmak ve tüm insanlık için umudun sembolü olmak istiyorsa, içindeki kahramanın ortaya çıkması gerekir.

Zack Snyder, her yeni filmiyle daha zorlu bir görevi üstlenen cesur bir yönetmen. Man of Steel ile hem dünyanın en tanınan süper kahramanını beyaz perdeye aktarmakla kalmayıp aynı zamanda sonradan çok tartışma yaratacak devam filmlerinin de önünü açtı. Devam filmi olan Batman v Superman ve ardından gelen Justice League’in etkisi, bence ikisinden de başarılı olan Man of Steel’i geri planda bıraktı.

Snyder’ın diğer filmleri kadar görsel etkileyiciliği olmasa da gayet hoş. Başta Superman gibi umudun sembolü olan bir karakterin filminin tonunun daha hızlı ve renk kullanımının daha aydınlık olması gerektiği hissiyatını verse de filmin bu özellikleri güçlerini ve kendi benliğini yeni yeni keşfeden, bu sırada kafası karışık ve yalnız olan Superman karakterinin ruhsal durumunu ortaya koymak için başarılı bir yol.

Yazan: Selin Kurtulmuş – @Selin_Kurtulmus

Yorumlar