İlgi alanlarınız ya da yaşınız ne olursa olsun, yıllar içinde elbette yolunuz görsel veya yazılı hikâye anlatıcılığıyla kesişmiştir. İlla ki gelecek haftaki bölümünü heyecanla beklediğiniz bir dizi, yazarı bir sonraki kitabı daha çabuk yazsın diye dualar ettiğiniz bir kitap serisi ya da hemen sonraki sayının hem hikâyesini hem çizimlerini görmeye can attığınız bir çizgi roman olmuştur. Ve kuvvetle muhtemel, sevdiğiniz bu hikâyede yer alan bir karakterle ilgili şu popüler cümleyi ya kurmuş ya da bolca duymuşsunuzdur: “O ölürse dizi/seri biter.”
Çoğu zaman hikâyenin baş kahramanı/rolü için kullanılan bu cümle izleyici/okuyucu için adeta sığınılacak bir liman olmuştur. Çünkü bahsi geçen karakterin hikâyeye etkisi çok büyüktür ve onun ayrılığı hem hikâye akışında hem de okuyucu/izleyicinin kalbinde doldurulması zor boşluklar bırakacaktır.
Hâl böyle olunca bu önemli karakterlerin başlarına gelen her türlü felaketi atlatması beklenir. Bazen ölüp hikâyeye veda etseler de yarattıkları boşluğu doldurmak zor olduğundan ya da hayranların baskısına dayanamayan yazarlar sağ olsun saçma sapan bir ölümden kurtulma hikâyesiyle geri dönerler.
1970ler öncesi dönemin çizgi romanları için de durum bundan çok farklı değildi. Ana kahramanlar ve onların yakın çevrelerinden oluşan kemik kadro dünyaya meteor da çarpsa sağ salim hayatlarına devam ediyordu. Ta ki Gwen Stacy’nin Öldüğü Gece’ye kadar.
Amerikan çizgi roman dünyasında bomba etkisi yaratan olay Haziran 1973’te piyasaya sürülen The Amazing Spider-Man #121: The Night Gwen Stacy Died ile gerçekleşti. Kız arkadaşı Gwen Stacy’nin Green Goblin tarafından kaçırıldığını öğrenen Peter, Brooklyn Köprüsü’ne gider ve Green Goblin ile Spider-Man mücadelesi başlar. Bir noktada fırsat bulan Green Goblin, Gwen’i köprüden fırlatır. Spider-Man, Gwen’i yolladığı ağ ile yakalar. Ağını yukarı çekerken onu kurtardığını düşünmektedir, ancak yanıldığını anlaması geç olmaz çünkü Gwen’in boynu kırılmıştır. Gwen’i öldüren darbenin Green Goblin tarafından mı yoksa kendisi tarafından mı yapıldığını anlayamasa da kız arkadaşının ölümünden kendisini sorumlu tutar. Çok geçmeden Peter’ın vicdan azabı çekmekte haklı olduğunu görürüz, çünkü The Amazing Spider-Man #125’in mektuplar sayfasında şu not yer almaktadır: “Bunu açıklamak bizi üzüyor ama Spidey’nin fırlattığı ağın Gwen’in düşüşünü aniden durdurması, yarattığı kırbaç etkisiyle Gwen’in ölümüne neden olan asıl şeydi.”
Peki Gwen’in Ölümü Neden Bu Kadar Önemli?
Karakterin yer aldığı evren olarak düşündüğümüzde bu unutulmaz olayın Peter’ın hayatında önemli bir dönüm noktası olduğunu görürüz. Daha önce Ben amcanın ve Yüzbaşı George Stacy’nin ölümleriyle sarsılan Peter için Gwen’in ölümü hayatının en büyük başarısızlığıdır. Peter ne kadar çabalarsa çabalasın, niyeti ne kadar iyi olursa olsun bazı trajediler yaşanmak zorundadır ve bu olay sonrası Peter’ın gerçek anlamda büyüdüğüne tanık oluruz.
Amerikan çizgi roman dünyası açısından baktığımızda olayın stratejik bir karar olduğunu görmek zor değil. 1970ler öncesi çizgi romanları daha basit ilerler, mesaj verme amacında değildir. 1970 sonrasında ise işler değişmeye başlar. Amerika Birleşik Devletleri’nin ülke olarak karşılaştığı problemler popüler ana akım temalarına da yansır. Çizgi roman yayıncı şirketleri de bu değişikliğe uyum sağlamaya başlar. Çizgi romanlar artık çocukça hikâyeler yerine şiddet, uyuşturucu, ırkçılık gibi daha olgun konular üzerinde yoğunlaşır ve Gwen Stacy’nin Öldüğü Gece’nin tüm bu değişimin başlangıcı olduğu kabul edilir. Artık çizgi roman dünyası için daha masum hikâyelerle dolu Gümüş Çağ bitmiş, daha karanlık Bronz Çağ başlamıştır.
Değişime Öncülük Eden Olayın Marvel Cephesinde Perde Arkası
Bu önemli kararın nasıl alındığını John Romita Sr.’ın 2015’te verdiği bir röportaj sayesinde öğreniyoruz. Editörler tarafından yazar Gerry Conway ve Romita’dan May halayı öldürmeleri istenmiş. Conway’in apartman dairesinde konuyu tartışan ikili, May halanın ölümüyle Peter’ın artık çocuk olarak görülmeyeceğini düşünmüşler. Böylece ya Mary Jane Watson’ı ya da Gwen Stacy’i öldürmeye karar vermişler. Conway o sıralar Gwen ve Peter’ın “mükemmel çift” olduklarını düşünüyormuş ve bu ilişkiyi bir sonraki seviyeye taşımak ya evlilikle ya da Peter’ın Spider-Man kişiliğini Gwen’e açıklamasıyla mümkün olabilirmiş. Ancak her iki ihtimal de ”Spider-Man’i temsil eden her şeye” ihanet edeceğinden, Romita da MJ’in daha komik bir karakter olduğunu düşündüğünden ikili Gwen’i öldürmek konusunda ortak bir karar almışlar.
Böylece geriye sadece karakterlerin yaratıcısı Stan Lee’yi ikna etmek kalmış. Ama Stan’in onayını alabilmek aslında işin en zor kısmı. Çünkü Spider-Man’in yaratıcısı Stan Lee’nin aklında her zaman Peter ve Gwen ilişkisi vardı. Okuyucular Gwen’i ne kadar sıkıcı bulurlarsa bulsunlar –ki bu konudaki şikayetler hayli fazlaydı- o bu ilişkiyi destekliyor ve hikâye üzerindeki planlarını da buna göre yapıyordu. Sonraları Peter Parker’ın büyük aşkı olacak Mary Jane Watson’ın hikâyeye girişi de bu amaca hizmet etmek için olmuştu. MJ, Gwen’in Peter’ı kıskanacağı bir yan karakter olarak hikâyeye dâhil edilmişti. Ancak çoktandır Gwen’in sıkıcılığından şikayet etmekte olan okuyucu için MJ, eğlenceli kişiliği ve dramdan uzak hayatıyla Gwen’in tam zıttıydı, Peter için biçilmiş kaftandı. Öyle ki bir noktada okuyucular Gwen’in Peter ve Mary Jane ilişkisi önünde duran bir engel olduğunu söylemeye başlamışlardı.
Peki nasıl oldu da hayran şikayetlerini kulak arkası etmeyi göze almış Stan Lee bu kararı kabul etti? Lee’nin yıllar sonra bile buruk bir ifadeyle anlattığı bu olay aslında bir yanlış anlaşılmaya dayanıyor. “Bir tür iş gezisi için Avrupa’ya gitmeye hazırlanıyordum. Ve sanırım düzgün düşünmediğim bir andı çünkü bana gelip ‘Gwen Stacy’yi öldürmek istiyoruz.’ dediklerinde, ‘Eğer yapmak istediğiniz gerçekten buysa, tamam.’ dedim. O an tek yapmak istediğim onları ofisten çıkarmaktı. Böylece bir an önce toparlanmayı bitirip oradan çıkabilecektim. Gezi sonrası geri dönüp Gwen’in öldürüldüğünü öğrendiğimde, ‘Bunu neden yapsınlar ki? Gerry neden böyle bir şey yazsın?’ diye düşündüm. Daha sonrasında bu kararı bana sorduklarını ve benim de isteksizce veya belki de dikkatsizce ‘Tamam.’ dediğimi bana hatırlatmaları gerekti.”
Çizgi roman dünyasının en ikonik olaylarından biri basit bir iletişimsizlik yüzünden yaşanmış olsa da The Night Gwen Stacy Died, hala tüm zamanların en klasik Spider-Man çizgi romanlarından biri olarak kabul ediliyor. Karakter Marvel evreninin ana sürekliliğinde hala ölü, ancak alternatif evrenlerden birinde Spider-Gwen olarak 2014’te yeniden okuyucuyla buluştu. Spider-Verse olaylarından biri olarak tek bir sayıda yer olması planlanan karakter ve hikâye arkı hayranlar tarafından çok beğenilince Gwen Stacy kendi hikâyesine kavuştu. Spider-Gwen’in hikâyesi Spider-Man’in tam tersi olarak yazıldı ve hikâyede bu kez ölen Peter Parker oldu. Garibanın yüzü gü… Neyse siz anladınız.
Her ne kadar Marvel’ın devam eden sinematik evrenine dahil edilmemiş olsa da, Gwen Stacy ve onun hikayesi Sony yapımı The Amazing Spider-Man serisi ile beyaz perdede izleyiciyle buluştu. 2014’te vizyona giren The Amazing Spider-Man 2, ufak tefek değişikliklerle de olsa hikâye olarak Gwen’in ölümüne odaklandı. Baş rollerini Andrew Garfield ve Emma Stone’un paylaştığı film, belki eleştirmenler ve hayranlardan tam not almadı ancak beyaz perdede yer alan Spider-Man hikâyelerinden biri olarak Peter’ın ilk aşkı Gwen Stacy’ye yer vermesiyle önemli bir adım attı. Gwen’in ölüm sahnesi, vizyona giren sekiz Spider-Man filmi içinde hafızalarda en çok yer eden sahnelerden biri oldu. Sizi bilmem ama kollarında Emma Stone ile feryat figan ağlayan bir Andrew Garfield aklıma geldikçe, bugün bile dertli başıma yeni bir dert ekleniyor.